Krishnamurti Subtitles home


BR76T2 - Düşünce bütünü algılayabilir mi?
2. Halk Konuşması
Brockwood Parkı, İngiltere
2 Ağustos 1976



0:19 Dün sabah kaldığımız yerden konuşmaya devam edebilir miyiz? İnsan bilincinde bir dönüşüm olmasını gerektiğinin ne kadar önemli olduğunu söylüyorduk. Bunun neden mutlak surette zorunlu ve acil olduğu bence oldukça aşikârdır. Kişi muazzam bir düzensizliğin hüküm sürdüğünü dünyanın her yanında gözlemleyebilir. -politik, dinsel, ekonomik düzensizlik ve sosyal ilişkilerimizdeki düzensizlik -ki bu toplumun ta kendisidir. Savaşlar, zalimlik ve her tür çarpıklık vardır ve görünüşe göre hiçbir dindar insan veya grup kendilerini bütün insanlığın bilincini etkileyecek şekilde, kökten bir biçimde dönüştürmemiştir. Ve dün söylüyor olduğumuz şuydu, insan dönüşümü zuhur ettiğinde yani ortada bir dönüşüm olduğunda, bilincinizin içeriğinde -ki bu sizsinizdir- bu dönüşüm bütün insanlığa etki eder. Ki bu da oldukça açıktır ve umarım bu olguyu anlıyorsunuzdur kökten dönüşümün olduğu yerde bilfiil dönüşüm, teorik değil, düşünsel veya hipotetik bir değişim değil ve fakat bilincimiz gerçekten dönüşüme uğradığında, bir insan olarak, içimizde dönüştüğümüzde o dönüşüm dünyanın bilincine oldukça farklı bir atmosfer getirir. Bence bu ortadadır, zira kişi -ne kadar nevrotik olursa olsun Hitler gibi, şu veya bu gibi kişilerin - dünyayı etkilediğini görür.
3:16 Öyleyse, bu konuda bir nebze bile olsa ciddiysek insanlık durumu, insanın davranışları hakkında ve dönüşümün aciliyeti konusunda zerre kadar endişeliysek bilincimizi birlikte sorgulamalıyız yani ne olduğunuzu, ne olduğumuzu. Ve görünen o ki pek azı bu dönüşümü kendilerine uygulamışlardır. Psikologlar, filozoflar ve de analistler bu dönüşüm hakkında konuşmuşlar, hakkında ciltlerce kitap yazmışlardır. Fakat aslında pek az insan kendisini kökten dönüştürmüştür. Pek çok insan dışarıdaki süslemeyle, gösterişle, branşlarla ilgilenmişler ve fakat var oluşumuzun özünü, bizde neyin tümüyle yanlış olduğunu, neden bu şekilde davrandığımızı anlayamaya soyunmamışlardır.
4:39 Dolayısıyla dün konuşuyor olduğumuz mesele, eğer bugün de devam edebilirsek, bilincimizde üç temel unsur vardır demiştik: bütün zorluklarıyla beraber korku, -lütfen sadece benim kelimelerimi dinlemeyiniz, bunu kendinizde gözlemleyiniz. Tasvir tasvir edilen değildir. Kelime işaret ettiği şey değildir. Ancak kişi tasvir edilen yoluyla kendini gözlemlediğinde -tasvirin kendisi yoluyla- o takdirde kendinize dönüp tasvir edileni -olguyu- gözlemleyebilirsiniz. Böylelikle dün üç tane unsurun olduğundan bahsediyorduk, bilincimizdeki üç ana unsur ki bunlar korku, haz, haz arayışı ve keder, eziyet ve kaygılarımızı içeren muazzam acılarımızdır, her türlü nevrotik davranış şekli, bilincimizde olan her hal. Ve bilinci değiştirmek olanaklı mıdır -o bilinçte çok derin bir devrim meydana getirmek? Ve eğer gerçekten bu devrimle ilgiliyseniz o zaman bu soruyu beraber paylaşabiliriz. Fakat sadece kelimelerle, teorilerle oyun oynuyorsanız, inançlarla, dogmalarla ve şu grubu veya bu grubu takip ediyorsanız şu veya bu guruyu, o takdirde, korkarım ki çok az ortak noktamız var. Pekala, eğer ilgiliyseniz, dün korku hakkında konuşuyorduk. Korkunun düşüncenin hareketi olduğunu söyledik, zaman olarak düşüncenin hareketi. Bu çok basittir. Haydi bunu karmaşıklaştırmayalım. Zaman, kişinin yarından korkması anlamında veya kişinin geçmişte olanlardan korkması ve gelecekte tekrar etmesini istememesi anlamında. O halde düşünce zamanda bir harekettir. Değil mi? Ve korku da düşüncenin o hareketinin bir parçasıdır. Değil mi?
8:06 Lütfen, korkuya bakınız. Birbirimizle iletişim kuruyoruz. İletişim sadece sözel anlamı değil fakat kelimelerin özünü de paylaşmayı ima eder -kelimelerin anlamını- kelimelerin derinliğini. Öyleyse beraberce keşfediyoruz. Size ne yapmanız gerektiğini söylemiyoruz. zira şu başkalarını takip etme alışkanlığına sahibiz böylelikle de bir otorite kuruyor ve de o otoriteyi kabul ediyoruz çünkü içimizde düzen yok ve o düzensizlikten bir otorite yaratıyoruz, kargaşamızdan çıkabilmek için birinin yardımcı olacağını umut ediyoruz. Tam aksine zihin, psişe meselelerinde, spiritüel olan meselelerde -eğer bu kelimeyi kullanmama müsaade ederseniz, daha ziyade kokuşmuş bir kelime fakat fark etmez o kelimeyi kullanacağız- otorite yoktur, guru yoktur diyoruz, -bu ülke ve Batı dünyası Hindistan'dan gelen gurularla dolup taşmış olmasına rağmen-. Demek ki iletişimin paylaşmak olduğunu, beraber düşünmek, beraber gözlemlemek olduğunu söylüyoruz, - birlikte, konuşmacının bir şey söylemesi ve sizin söylenileni kabul veya reddetmeniz değil fakat, bilfiil beraberce, kendimizde gözlemlediğimizi paylaşmak.
10:25 O halde düşüncenin ölçü olarak zamanda bir hareket olduğunu ve o korkunun da düşüncenin hareketi olduğunu söyledik. Düşüncenin hareketinin olmadığı yerde korku olamaz. Dün bu meseleyi oldukça derinlemesine ele aldık ve şimdi belki de çok çok kısaca korku meselesine tekrar girebilirim, korkunun ne olduğunu -korkunun kökenini, korkunun çeşitli ifadelerini değil, korkunun çeşitli nesnelerini değil, ve fakat korkunun kökeni ki bu çok yıkıcıdır, zihne öylesine bir karanlık, zihin felci getirir ki -o korku, 'korku' kelimesinden mi doğmaktadır yoksa korku, 'korku' kelimesinden bağımsız mıdır? Lütfen bizler tasvir ederken kendi korkunuzu sorgulayınız, gözlemleyiniz. Korku kelimesi olmadan korku var olmakta mıdır yoksa 'korku' kelimesi mi korkuyu yaratmaktadır? Bu sorularımızdan biridir. O halde korkuyu nasıl gözlemlersiniz? 'Biliyorum, korktum' dediğinizde nasıl bilirsiniz? Bilginiz korkuyla ilgili geçmiş deneyimlerinize mi dayanmaktadır? Yani taze korkuya geçmişin gözleriyle bakıyorsunuzdur ve böylelikle o yeni korkuya güç veriyorsunuzdur. Anladınız mı? Yani yapmış olduğum veya yapabileceğim bir şeyden dolayı korkarım ve o şeye 'korku' adını koyarım. Onu isimlendirdiğimde ona söz hakkı vermiş olurum. Ve korkuya söz hakkı verilmesi sadece korku olgusunu güçlendirir. Şimdi, o korkunun farkında olup, o yeni korku ifadesinin, onu isimlendirmemek ve gözlemlemek mümkün müdür? Anladınız mı?
13:41 Bu açık mı? Buradan devam edebilir miyiz? Yani bahsettiğimiz,'korku' dediğimiz o yeni veya taze duyumsamayı kategorize etmeden, bir çerçeveye almadan bakmak ve dolayısıyla da korkuya canlılık vermektir. O halde korkuyu isimlendirmeden, bastırmaya çalışmadan, analiz etmeden, ondan kaçmaya çalışmadan sadece gözlemlemek mümkün müdür? Ve eğer bir çerçeveye alırsanız korkuyu gözlemleyemezsiniz, çünkü halihazırda ona sahip olmuş, onu zapt etmişsinizdir. Dolayısıyla önemli olan korkuyu nasıl gözlemlediğiniz, ona nasıl baktığınız haline gelir. Korkuya sizden ayrı bir varlık olarak mı bakıyorsunuz? Bunu anlıyor musunuz? Yani şunu mu diyorsunuz, 'Korku benden ayrıdır' -yoksa, olgunun ta kendisi, korku siz misinizdir? Değil mi? Lütfen, bunu anlamak çok önemlidir zira soruşturmamız bütünüyle buna bağlıdır: nasıl gözlemlediğinizde. Ayrı bir varlık olarak -gözlemleyen- mı gözlemliyorsunuz ve o korkuya, gözlemlenene başka bir şey, sizden ayrı bir şey olarak mı bakıyorsunuz? Eğer korkunuz sizden ayrıysa ortada bir boşluk bir aralık var demektir. O halde korkunuzu bastırmaya, kontrol etmeye çalışırsınız, korkunuzdan kaçmaya, onu analiz etmeye çalışırsınız- ve böylece durmaksızın süren çatışma vardır. Bölünmenin olduğu yerde çatışma olmak zorundadır, milliyetlerdeki, her sınıf farklılığında vesaire olduğu gibi. Nerede bölünme varsa Katolikle Protestan, Hindu, Müslüman arasında -bölünme her neyle ilgili olursa olsun- çatışma, mücadele, ızdırap olmak zorundadır. O halde
16:50 kişi bu bölünmenin neden var olduğunu çok dikkatlice keşfetmek zorundadır. Bu bir yanılsama mıdır yoksa bir gerçeklik midir? Öfke gibi, öfke sizden ayrı değildir -'Öfkeliyim' dediğinizde, siz öfkesinizdir, öfke sizin bir parçanızdır. Fakat korktuğunuzda korku sizin bir parçanız değildir. 'Bunun hakkında bir şeyler yapacağım' dersiniz. Böylece de bir bölünme dolayısıyla çatışma yaratırsınız. Halbuki korkuyu gözlemlediğinizde korku sizsinizdir, sizin bir parçanızdır, yani gözlemleyen geçmiştir. Lütfen bunu çok ama çok derinlemesine anlayınız. Gözlemleyen geçmiştir. Büyük ölçüde bilgi ve deneyim toplamıştır ve bunlardan oluşan hafızasıyla bakar. Yani geçmiş şimdiyle karşılaşır ve der ki 'ben şimdiden ayrıyım', halbuki gözlemleyen gözlemlenendir. Değil mi? Lütfen bunu anlayınız. Düşünen düşüncedir. Düşünce olmadan düşünen yoktur. Deneyimleyen deneyimdir. Değil mi?
18:41 Haydi biraz daha meselenin içine girelim. Yani bir şeyi deneyimlediğinizde, onu tanımak zorundasınızdır, aksi takdirde bu bir deneyim değildir. Değil mi? Demek ki tanıma onu halihazırda bildiğiniz anlamına gelir, yani bu yeni bir şey değildir. O halde deneyimleyen deneyimdir. Analist gibi, bir analiste veya uzmana gidersiniz, kendinizi analiz ettiğinizde -analiz eden analiz edilendir. Değil mi? Bunu açıkça görünüz. Tanrı aşkına... Anladınız mı? Bu basit prensibi bir kere anladığınızda o takdirde çok daha ilerisine gidebiliriz. Ki bu çatışmayı içsel olarak olduğu kadar dışsal olarak da bütünüyle yok etmeniz anlamına gelir. Değil mi? Yani korkuyu gözlemlediğinizde, onu ayrı bir insan olarak, bir parçanız olmayan bir korku olarak mı gözlemliyorsunuz ve haliyle de korkuyla çatışma içinde misiniz? Ama düşünen düşünceyken, gözlemleyen gözlemlenenken, ne meydana gelir? Şimdi sorumu anlıyor musunuz? Çatışmayı bütün yönleriyle yok ettiniz. Bundan dolayı 'korku' dediğiniz o olguya verecek enerjiye, dikkate sahipsiniz. Ancak dikkatsiz olduğunuzda korku devam eder. Peki. Bu birazcık da olsa açık mı?
20:51 Demek ki dün söylediğimiz buydu -bir saat on beş dakikamızı aldı- birkaç dakika için bir özgeçmişini sunmaya çalışıyoruz.
21:03 O halde insan bilincindeki bir başka unsurla devam etmeliyiz, dediğimiz gibi insan bilinci çok sınırlıdır, bu etmenler tarafından öylesine koşullandırılmıştır ki: korku, haz, acı -bu etmenler tarafından sınırlandırılmıştır ve bilincin içeriği bilinçtir, değil mi? Ev evin içindekilerdir. Demek ki bilincimizde bu üç ana unsur vardır ve bu ana unsurlar anlaşılıp aşılmadıkça, bilincimiz sınırlıdır, bu üç etmen tarafından koşullandırılmıştır, dolayısıyla da kökten bir dönüşümün olması mümkün değildir. Bizler hayatın dış kenarlarındaki süslerle değil kökten dönüşümle ilgiliyiz, insanın karşısına çıkan derin sorunlarla ve onları kökten değiştirmekle. Öyleyse şimdi hayatımızdaki büyük etmenlerden biri olan haz hakkında konuşacağız. Hazzın doğru veya yanlış olduğunu, iyi veya kötü olduğunu söylemiyoruz, hazza bakıyoruz, hazzın içeriğini keşfediyoruz, neden dünyanın tam anlamıyla her yerinde insanların hazzın farklı şekilleri peşinde koştuklarını: din yoluyla haz -özsel olarak, 'Tanrı' dediğiniz şeyi aradığınızda, bu en nihayetinde olarak hazdır. Hazzın çoklu şekilleri: cinsel haz, sahip olma hazzı, korkuyu da içeren bağlılığın verdiği haz, -fakat bunun içine birazdan gireceğiz- kazanmadaki haz, başarıdaki, kibirdeki haz, muazzam bir şöhrete sahip olmaktaki haz. Demek ki hazzın bu olağanüstü ölçüde karmaşık şekilleri vardır. Neden insanlar bunun peşinde koşarlar? Sadece modern çağda değil, antik zamanlarda da haz en temel etmenlerden biri olmuştur. Ve din, bütün dünyada - otoriteye ve inanca dayanan organize din, batıl inançları ve bütün hikâye - organize dinler 'Hazzı yok etmek zorundasınız' dediler ki bu arzudur, çünkü 'eğer haz arıyorsan Tanrıyı bulamazsın veya Tanrıya hizmet edemezsin' dediler. Dolayısıyla biz de diyoruz ki keşfedelim, ret veya kabul etmeyelim, 'Hazzın nesi yanlış, neden hazzı aramamalıyım ki?' de demeyelim zira hazzın bütün yapısını ve doğasını keşfetmeye çalışıyoruz - eğer istekliyseniz. Eğer haz sizin için çok önemliyse, o zaman sorgulamayın, çünkü sorgulamamız pek çok şeyi yok edecektir. Dün de dediğimiz gibi hazzı derinlemesine anlayabilmek için, öneminin ne olduğunu, değerinin ne olduğunu, düşüncenin ne olduğunu, çok yakından sorgulamalıyız, çünkü hazzın bir kısmı düşüncedir, hayal etmedir, resmetmek, imgeler oluşturmaktır. Anlıyor musunuz? Yani düşüncenin ne olduğu sorusuna veya sorununa, eğer istiyorsanız, çok derinlemesine girmeliyiz.
26:11 Dün de değimiz gibi bu meditasyonun bir parçasıdır, korkunun soruşturulması veya sorgulanması, hazzın soruşturulması ve anlaşılması, ve acının dinmesi meditasyonun bir parçasıdır. Bir köşede oturup bir takım mantralar tekrar etmek, saçma sapan görülerde kopup gitmek değil, ve fakat temel budur. - lütfen bunu görünüz - bu meditasyonun temelidir. Eğer bu temele derinden köklenmemişseniz, meditasyonunuz sizi bir yanılsamaya götürmeye mecburdur - anlamsızdır. Demek ki şimdi beraberce düşüncenin ne olduğunu sorguluyoruz. Zira bütün yapımız, bütün eylemlerimiz, bütün inançlarımız, bütün dinlerimiz - vahiy yoluyla geldiklerini iddia etseler de - ve bütün hikâye, özünde düşünce üzerine kuruludur. Değil mi? Bunu inkar ediyor olmanız mümkün değil. O halde hazzın ne olduğunu incelemeden önce ilk olarak düşüncenin ne olduğuna bakacağız. Lütfen benim söylediklerimi, konuşmacının söylediklerini kabul etmeyiniz kendi düşüncenizin hareketine bakınız. Düşünce nedir - bir şey hakkında düşünmek değil fakat düşünmenin kendisi, kendi başına. Düşünce nedir?
28:19 Herhangi bir sözcük, sembol olmadan düşünce var mıdır, herhangi bir resim, imge olmadan? Anlıyor musunuz? Hiç herhangi bir kelime olmadan düşündünüz mü yoksa kelime düşünceye ilişkin bir şey mi? Ve eğer kelime düşünceye ilişkin bir şeyse, o halde kelime muazzam bir öneme sahip olur ki hayatımızda bu öneme sahiptir 'Tanrı' kelimesini telaffuz ettiğinizde, her nasılsa -olağanüstü bir dönüşüm meydana gelir. Ve bir de 'Tanrı yoktur, Tanrı öldü,' dersiniz, bu sizde bir duygu uyandırır. O halde kelimelerin kölesiyiz. 'Ben bir İngilizim' -anında bir önemlilik duygusu ortaya çıkar veya bir Hindu - her ne iseniz. Öyleyse dedik ki düşünce bir ölçü birimidir ki bu zamandır, geçmişten gelen, şimdi yoluyla geleceği değiştiren. Düşüncenin bütün hareketi budur. O halde düşünce deneyimden, bilgiden doğmuştur hafıza olarak, beyinde depolanmıştır, bu aşikardır. Dolayısıyla, lütfen, bu çok önemlidir çünkü birazdan ölümün ne olduğunu tartışmaya başlayacağız. Dolayısıyla düşüncenin bir hareket olduğunu çok derinlemesine anlamalısınız. Hareket zaman demektir - oradan buraya, ne olduğundan ne olması gerektiğine - ideal olan ve gerçekte olan - vesaire vesaire. Bütün bunlar zamanın hareketidir ki bu düşüncedir. Düşünce beyinde, beyin hücrelerinde depolanmıştır -ben bir uzman değilim, sadece kendimi izliyorum.
31:15 Şimdi eğer üzerine eğilebilirsek çok ilginç bir sorun ortaya çıkıyor, ki o da şu: zamanın bir sonu olabilir mi? Kronolojik zamandan bahsetmiyoruz, treni, otobüsü ne zaman yakaladığınızda - bunları birbirine karıştırmayınız, sonra otobüsünüzü kaçırırsınız. Şunu söylüyor ya da daha ziyade soruyoruz, zamanın bir sonu olabilir mi? Düşüncenin hareketi son bulabilir mi? Zaman bir son bulabilir. Eğer bu sorunun içine girmek isterseniz size göstereceğim. Bütün anılarımız, deneyimlerimiz olan geçmiş, hatıralar, gelenekler ve bütün hikâye - içinde yaşadığımız geçmiş, olduğumuz geçmiş - bu hareket şimdiyle buluşur ve orada sona erer. Bizim yaptığımızsa, şimdiyle buluşmak, onu değiştirmek ve devam etmek, bu sebeple de zamana devamlılık vermektir, her daim. Bunu anladınız mı? Bir problemim var - cinsel, veya her neyse onun hakkında düşünür , onunla buluşur ve ona son veririm. Dolayısıyla bu meditasyonun bir parçasıdır meditasyon hakkında konuşurken bunu tartışacağız çünkü psikolojik zamanın bir sonu olduğunu keşfetmek çok önemlidir. Zira değişmez devamlılık olduğunda değil, ancak zaman sona erdiğinde yeni olan meydana çıkabilir. Aksi takdirde ortaya çıkan şey sadece mekaniktir. Buna şimdi girmeyeceğim, çünkü daha sonra buna değineceğiz.
33:57 O halde, dedik ki düşünce zamanın ve ölçünün bir hareketidir ve beyinde depolanır. Bu bizim düşünce sürecimizdir. Yani düşünce o sürecin kendisidir. Şimdi, haz nedir? Haz, zevk, neşe ve insan hayatının ender anlarında yakalanan esrime(kendinden geçme) arasındaki fark nedir? Histeri değil, fakat esrime. Dolayısıyla bu etmenler mevcuttur: esrime, neşe, zevk ve haz. Bu haz denen denilen şeydeki dört etken. Haz nedir? Anda, şimdide haz var mıdır yoksa haz, sonrasında mı gelir? Bütün bunları takip ediyor musunuz? Lütfen buna birazcık daha benimle beraber girin. Bu sabah umarım yorulmadınız, değil mi? Yok - iyi. Haz anda mıdır yoksa sonra mı gelir diye soruyoruz. Siz duyuyor olabilirsiniz ama o tarafta bir sürü insan var. Sabrınız olmasına sevindim.
36:34 Haz hakkında konuşuyorduk. Ve hazzı anlamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum, hayatımızda oynadığı muazzam rolü ve hazzı doğal bir şey olarak kabul ettik ve hiç derinlemesine sorgulamadık. Düşüncenin zamanda ve ölçüde bir hareket olduğunu söylüyorduk. Ve hazzın bilfiil ne olduğunu soruyoruz? Hazzın farkındalığı, o his veya o duygu deneyimin, algının, gözlemin olduğu fiili anda mı var yoksa bir an sonrasında mı devreye giriyor? Sorumu anlıyor musunuz? Haz, eğer bir an sonrasında devreye giriyorsa düşüncenin hareketidir. Ve fakat fevkalade bir güzelliğin görüldüğü tam o anda - güneşin batışı, bir tarladaki çok hoş bir ağaç veya güzel bir yüz - algının olduğu anda, haz yoktur, sadece algı vardır. Fakat biraz sonrasında hafıza çalışmaya başlar. Yani, düşünce şunu der 'Bundan daha fazlasına sahip olmalıyım.' Zira anda, kaydetme yoktur. Lütfen bunu anlamak çok önemlidir. Zevk verdiğini düşündüğümüz herhangi bir eylem anında tam o anda, zihinde, beyinde kayıt işlemi yoktur, hem de hiç. Düşünce 'Daha fazlasına sahip olmalıyım' dediğinde kayıt işlemi ortaya çıkar. Bunu kendinizde gözlemlemediniz mi? Demek ki ancak düşünce devreye girdiğinde, kaydetme süreci beyinde meydana gelmektedir. Değil mi? Ve sonrasında düşünce hazzın peşine düşer - imgelerde, arzuda, görünüşlerde vesaire. Bundan dolayı gerçekleşen olayın tam o anında, fiili olayın tam o anında beyin kayıt altına almıyordur, hem de hiçbir şeyi.
40:03 Bunu anlamak çok önemlidir çünkü beynin işlevi kayıt altına almaktır, ve beyin kayıt altına almak ister çünkü bu kayıtta güvenlik vardır. Değil mi? Ve beyin ancak güvenlik olduğunda mükemmel bir biçimde işleyebilir, nevrotik eylemin veya nevrotik inancın olduğu yerde, orada, o nevrozda, güvenlik vardır. O halde kayıt güvenli olmak için veya o olayın zevkinin devam edebilmesi için ortaya çıkıyor Yani zevk eylemin oluştuğu anda var olmamaktadır algının oluştuğu anda, ancak sonrasında meydana gelmektedir. Buna göre, sonrasında kayıt olmadan, sadece algının olması ve 'haz' dediğiniz şeyin devamlılığının olmaması mümkün müdür? Ne söylediğimi anladınız mı? Bu biraz olsun açık mı? Durun bir dakika. Bir dağ görürsünüz, karla kaplı, olağanüstü bir görüntü, vakar, durağanlık, dayanıklılık, - gözlemlenesi fevkalade bir şey. Bunun üstüne dağın bütün vakarı, güzelliği ve heybeti tüm düşüncelerinizi kendine katar. Dağın kendisine katılmış olmanız ne de muhteşemdir. Fakat bir an sonrasında kayıt oluşturulur, - ne kadar da müthişti! Kayıt ve 'ne kadar da müthişti' ifadesinin kelimelere dökülüşü düşüncenin hareketidir. Öyleyse haz olmuş olanın devamlılığıdır. Bu oldukça basittir. Cinsel olarak, gözlem her zaman sonradır.
42:49 Şimdi, şunu diyoruz, gözleme müdahale eden düşüncenin hareketi olmadan salt gözlem olabilir mi? Bunu hayatınızda hiç denediniz mi? Güzel bir şeyi görüp, gözlemleyip o noktada öylece sonlandırmayı, düşüncenin gözlemi devralmamasını, ve düşüncenin peşinden sürüklenmemeyi. imgeler, arzu ve diğer bütün bahsettiklerimiz yoluyla? Demek ki hazzın bütün manasını anlayabilmek için, kişi sadece düşünceyi değil fakat arzuyu da sorgulamalıdır. Kişi arzuyu anlamak durumundadır. Dediğimiz gibi, bütün dinler 'Arzuyu yok edin, arzuyu kontrol edin, arzusuz olun' demiştir. Bilmiyorum hiç bir manastırda bulundunuz mu, rahipleri izleyip onlarla konuştunuz mu, ve bu arzudan korkuyu göreceksinizdir çünkü arzu dışavurulmak zorundadır, aksi takdirde, içerde alev alev yanan bir ateş halini alır. O zaman kişi arzunun ne olduğunu anlamak zorundadır.
44:32 Arzu nedir? Bu soru size sorulduğunda, soruya verdiğiniz içsel cevap nedir - arzu nedir? Muhtemelen bunu hiç sormamışsınızdır. Eğer sorduysanız, cevap nedir? Açıktır ki duyumsama vardır, arzunun başlangıcında, duyumsama: güzel bir şey görmek, bir elbise, bir araba, bir kadın, bir adam, her ne olursa olsun, duyumsama temas, duyumsama, ve sonrasında düşünce devreye girer. Yani duyumsama artı düşünce eşittir arzu. Arzu böylelikle imgeler yaratır. Değil mi? Bu basittir. Duyumsama, düşünce, arzu ve arzunun yarattığı imgeler. Bir delikanlı tanıdığım vardı köşeye sinekler için bir parça şeker koyardı, yemek yerken.
46:31 Buna göre düşünce hafızanın tepkisidir ve eğer hafıza olmasaydı kargaşa olurdu. Değil mi? Elbette. Hafıza gündelik hayatta iş görebilmek için zorunludur: teknolojik meselelerde, eğitim meselelerinde, okurken, bir dili öğrenirken, bir araba kullanırken vesaire vs. Hafıza ve beyinde depolanan anılar zorunludur, fakat kargaşa, düzen olmadığında hafızanın yapısında ortaya çıkar. Yeni bir şeyde ilerliyorum!
47:35 Yani kişi hafızanın bilgi olarak zorunlu olduğunu fark eder - bir dil öğrenmek vesaire fakat hafıza psikolojik olarak kargaşa halini alır, zira hafıza mekaniktir. Değil mi? O halde birbirimizle olan ilişkimiz, eğer mekanikse ki bu hafızadır - ortada ilişki yoktur. Bunu görebiliyor musunuz merak ediyorum. Sonrasında, haliyle de ilişkide düzen yoktur. Değil mi? Öyleyse kişi bu kargaşa ve düzenin farkında olmalıdır. Kargaşa hafıza devrede olduğunda meydana çıkar, Bunun anlamını anlıyor musunuz merak ediyorum. Benim karımsınızdır veya benim kocamsınızdır Beraber yaşadık - seks, baş ağrıtma, kıskançlık, karşıtlık, sinirlendirme, dırdır, sahip olma ve ilişkinin bütün gerilimi. Bu kargaşadır. Değil mi? Lütfen görünüz, bu kargaşadır çünkü hafızayla hareket etmekteyizdir ve dolayısıyla da ilişkide mekanik olan hafıza, insan ilişkilerinde mekanik olan hafıza kargaşa halini alır. Ah, yakaladınız mı? Anladınız mı? Yani hafıza belli bir düzeyde, belli konularda elzemdir, fakat insan ilişkilerinde hafızanın eylemi olduğunda kargaşa ortaya çıkmaktadır.
50:14 Biraz daha yakından bakınız. Zira birbirimizle olan ilişkimizde birbirimizle ilgili imgeler yaratırız ve ilişki yaratılan bu iki imge arasındadır. Bu imgeler mekaniktir. Bu imgeler anı olarak düşünce tarafından oluşturulmuşlardır - sen dün bunu yaptın, sana bunu söylemiştim, vesaire vs. - hafıza tarafından ki hafıza mekaniktir. O halde ilişkide, insan ilişkisinde mekanik eylem oluştuğunda, kargaşa da oluşmak zorundadır ve bu sebeple birbirimizle olan ilişkimizde bu tür gerilimler vardır. Değil mi?
51:22 Demek ki düzen beynin düzgün, verimli bir şekilde işleyebilmesi için zorunludur. Düzenin olduğu yerde beyin hareketsizdir, düzen getirmek için çalışması gerekmemektedir. Değil mi? Uyuduğumuzda olan şey budur - hafıza düzen getirmeye çalışmaktadır. Çevremizde, içimizde bu kadar çok kargaşa varken, beynin bir paçası şöyle demektedir: 'Tanrı aşkına bırak da bütün bu karmaşaya biraz düzen vereyim.' Böylece beyin yaşamın mekanik aktivitesine düzen getirir: ofise gitmek, çalışmak ve bütün o hikâye veya fabrikaya gitmek, vesaire. Fakat ayrıca beyin ilişkimize de düzen getirmeye çalışır, bir sen imgesi yaratarak, bir o imgesi yaratarak ve böylelikle aslında mekanik olan düzenli bir hayata sahip olmayı ümit eder. Merak ediyorum acaba bunu açıkça görebiliyor musunuz? Bu sebeple kadınla erkek arasında hep bir mücadele vardır. Aslında sadece kadın erkek ilişkilerinde değil bütün ilişkilerde. İlişkiyi mekanik bir sürece indirgediğimizde kargaşa olmak zorundadır. Değil mi? Bu bir olgudur. Şimdi, olguyu gözlemlemek. Değil mi? Olguyu nasıl gözlemliyorsunuz? Olgu sizden ayrı mıdır? Öyleyse siz olgusunuzdur. Öyleyse siz imgesinizdir. Düzinelerce imgeniz olabilir -ofise gittiğinizde orada bir imgeniz vardır, bir fabrikada çalıştığınızda, orada bir imgeniz vardır, bir sekreter olduğunuzda, orada bir imgeniz vardır - vesaire vesaire, ilişkilerinizde düzinelerce imgemiz, maskelerimiz vardır. Ve böylece bu imgeler daimi olarak kargaşa yaratırlar. Ben bir Katoliğim, sen bir Protestansın. Kargaşa - ki düşünce tarafından oluşturulmuş bir imgedir, koşullandırılmış, bir Katolik olmak için eğitilmiş düşünce - bir Protestan olmak için veya bir ateist, bir komunist olmak için vesaire.
54:07 Demek ki hayat boyu bütün ilişkilerimizde düzen olmak zorundadır, o halde kişi arzunun seyrini anlamak zorundadır. Arzunun ne kadar karmaşık olduğunu görmek - fakat kökenini kavradıktan sonra bu oldukça basittir. Mekanik ilişkinin kargaşası oradadır ve hayatın mekanik süreçlerinde düzen oradadır ve bu yüzdendir ki kişi arzuyu anlamak zorundadır. Dediğimiz gibi duyumsama artı düşünce arzudur - imgeleriyle. Ve haz düşüncenin hareketidir, hazzın bütün yapısından bihaber bir halde. Haz olduğunda korku olma zorundadır. Bunu anlıyor musunuz merak ediyorum. Değil mi? Bu aynı paranın iki yüzüdür. Eğer hazzı kovalarsanız, korkuyu da kovalıyorsunuzdur. Değil mi? Görüyor musunuz? Hayır mı? Ah, Tanrım?
55:43 Hazzın peşinde koşmamanız gerektiğini söylemiyoruz ve fakat sonuçlarını görünüz. Hazzı ararım ve eğer ona sahip değilsem huzursuz olurum, Hakkı yenmiş ve öfkeli hissederim - ki bu da korkuyu besler. O halde ikisi her zaman beraber hareket etmektedir, korku ve haz. Değil mi? Buna göre düşünce harekettir, ikisine de hayat vermektedir. Şimdi anlıyor musunuz? Eğer yarın düşüncem olmasaydı korkuyor olmazdım değil mi? Bir olay, tehlike anında korku yoktur. Ancak sonrasında korku gelir. Bu 'sonrası' düşüncenin hareketidir. Yani gördüğünüz gibi bu çok önemlidir. Beyin kaydetmeyerek düşünceye hareket vermeyebilir mi? Açıklayacağım, sadece bakınız. Bir gün batımı görürsünüz. Gün batımını çok basit bir şey olarak alıyorum, zaman tarafından eskitilmiş bir şey olmasına rağmen, ama fark etmez. Gün batımına bakarsınız. Algınızın gerçekleştiği anda, gün batımının güzelliği, rengi takip ediyor musunuz, her şeyi - ortada kayıt yoktur, o hayret verici görüntünün salt gözlemi vardır. Öyledir. Değil mi? Sonra düşünce devreye girer ve 'Ne kadar da müthişti' der, onun hakkında bir şiir yazmalıyım, arkadaşıma onun hakkında bir mektup yazmalıyım, ya da onun resmini çizmeliyim ya da onu söze dökmeliyim,' hepsi düşüncenin hareketidir. Şimdi gün batımını gözlemlemek ve düşüncenin devreye girmesine asla izin vermemek muazzam bir dikkat ister, düşüncenin hareketinin egemen olmasına izin vermemek, ki düşüncenin hareketi haz arayışıdır. Bundan bir şey anlayabildiniz mi? Yapınız! Bunun ne kadar olağanüstü bir şey olduğunu keşfedeceksiniz, kaydetmeye alışmış beynin - ve beyin için belli bir konuda mekanik düzen getirmek, kaydetmek zorunludur - fakat kaydedip kaydettiğinin peşine düşünce o zaman haz o kaydın devamı haline gelir ki bu korkuyu da beraberinde getirir. Anlıyor musunuz? O halde kaydetmeden gözlemleyebilir misiniz? Sorumu şimdi anlıyor musunuz?
59:17 S: Şey...Bunu yapması çok zor bir şey çünkü...
59:22 K: Efendim bunu ifade ettim. Eğer anladıysanız bunu kelimelerinizle ifade etmeyiniz. Takip etmeye çalışınız, aksi takdirde kelimelere dökersiniz ve sizin haline gelir... çarpıtıyor olabilirsiniz. Dolayısıyla lütfen sadece dinleyiniz. Psikolojik olarak korktuğumun farkındayımdır. Ve bu olguyu o anda kaydetmemek, muazzam bir uyanıklık gerektirir, anlıyor musunuz? Değil mi? Aksi takdirde mekanik bir şekilde yaşarsınız. 'Korkuyorum, korkumu kontrol etmeliyim, ondan kaçmalıyım' - ve bütün malum hikâye. Fakat gözlemlediğinizde, o gözlemde hiç kaydetmemek mümkün müdür? Güzel bir yüz görüyorum - gözlemleyiniz. Hepsi bu! Ama bunu yapmıyoruz. Bütün mekanik alışkanlıklar, düşüncenin hareketi varlığa gelir. Bu - dediğim gibi - büyük bir dikkat ister, ki kendi içinde bir disiplindir, öyleki beyin sadece gözlemlemek için özgür olabilsin ve mekanik hareket etmesin. Konuyu anladınız mı?
1:01:13 Şimdi, bütün bunlar bir analiz süreci değildir. Bana göre analiz bir zaman kaybıdır, ister psikanaliz olsun veya geri kalanlardan başka bir tanesi. Bu bir zaman kaybıdır çünkü analiz eden analiz edilendir. Şimdi, hazzı bir bütün olarak, tek bir bakışta görebiliyor musunuz - hazzın bütün yapısını? Sorumu anlıyor musunuz? Haz nedir dedik ve hazzı irdeledik. Değil mi? Haz düşüncenin hareketidir gerçekliğin kendisi gittikten sonra. Değil mi? Bunu söyledik. Bu hazzın hareketi ve haz arayışıdır. Şimdi arzu nedir - ve düşüncenin tüm hareketi. Değil mi? Düşüncenin, arzunun hareketi, olayın bilfiil olduğu an ve sonrasında düşünce tarafından o ana verilen devamlılık. Hazzın yapısının tamamını görebiliyor musunuz? Azar azar değil. Sorumu anlıyor musunuz? Anlıyor musunuz merak ediyorum. Bir şeyi tamamıyla görmek, bir şeyi tamamıyla görmek yöne sahip olmamaktır. Merak ediyorum bunu görüyor musunuz? Bir haritaya baktığınızda ve gitmek istediğiniz belirli bir yer olduğunda, ki bu bir yönü gerektirir, o durumda haritanın geri kalanına bakmazsınız, buradan Bramdean'a gidersiniz, Londra'ya, vs. ve sonra haritayla işiniz bitmiştir. Demek ki haritanın bütününe bakmak ancak yönünüz yoksa mümkündür. Yön dürtü demektir. Bunu anladınız mı merak ediyorum.
1:03:29 Yani, hazzın yapısını, doğasını ve bütünü görmek için ki bu düşüncedir, arzudur ve olandan sonra düşüncenin hareketidir - hazzı bir bütün olarak görmek. Eğer bütünü görürseniz ondan sonra bütünü detaylarıyla tasvir edebilirsiniz, fakat tasvirdeki detaylar size bütün resmi vermeyecektir. Anlıyor musunuz merak ediyorum. O halde bir şeyi tamamıyla görmek - karınızı, kocanızı siyasetinizi, hepsini - ancak yön sağlayan hiçbir dürtü olmadığında mümkündür. Anladınız mı? Dolayısıyla haz düşüncenin hareketidir, ve bu zevk veren şeyden tamamıyla farklıdır. Zevk alırısınız. Diyelim ki yemeği seviyorsunuzdur, yemeği yemekten zevk alırsınız, fakat düşünce araya girer ve der ki 'Aynı tür yemekten yarın da yemeliyim.' Sonra alışkanlık baş gösterir. Sonra da alışkanlığın kırılması, düşüncenin 'Alışkanlığımı yenmeliyim' demesiyle baş gösterir ve bütün çatışma başlar. Halbuki yemeğe düşkünseniz tadına bakınız, zevkine varınız ve orada son veriniz. Anlıyor musunuz? 'Yarın da veya bu akşam da bundan yemeliyim' dememekten bahsediyorum. Buna göre, aynı şekilde karınızı, kocanızı çevrenizdeki her şeyi kaydetmeden gözlemlemek ve böylece gözleme devamlılık vermek. Zira bu beyne muazzam bir özgürlük verir. Düzenli olması gerekene düzeni tanıttınız ve ilişkideki bütün kargaşayı temizlediniz, çünkü o halde sen ve o imgesi arasında, hiçbir resmetme yok, veya bir başkasıyla aranızda hiçbir imge yok. Bunu anladınız? Güzel!
1:06:10 Bugün için yeterli, değil mi?