Düşünce bütünü algılayabilir mi?
Brockwood Park - 29 August 1976
Public Talk 2
0:19 | May we go on talking about | Dün sabah kaldığımız yerden konuşmaya |
what we said, yesterday morning? | devam edebilir miyiz? | |
0:34 | We were saying how important it is | İnsan bilincinde bir dönüşüm olmasını |
gerektiğinin | ||
0:39 | that there should be transformation | ne kadar önemli olduğunu söylüyorduk. |
in the human consciousness. | ||
0:49 | I think it is fairly obvious | Bunun neden mutlak surette |
0:50 | why it is so absolutely | zorunlu ve acil olduğu bence |
necessary and urgent. | oldukça aşikârdır. | |
0:58 | One can observe right throughout | Kişi muazzam bir düzensizliğin |
the world, there is great disorder | hüküm sürdüğünü | |
1:06 | – politically, religiously, | dünyanın her yanında gözlemleyebilir. |
economically | -politik, dinsel, ekonomik düzensizlik | |
1:10 | and in our social relationship | ve sosyal ilişkilerimizdeki düzensizlik |
– which is society. | -ki bu toplumun ta kendisidir. | |
1:17 | There are wars, cruelty, | Savaşlar, zalimlik ve her tür çarpıklık |
every form of distortion | vardır | |
1:30 | and, apparently, no religious person | ve görünüşe göre hiçbir dindar insan |
or group of people, | veya grup | |
1:35 | have transformed themselves, | kendilerini bütün insanlığın bilincini |
radically, | etkileyecek şekilde, | |
1:40 | and so affected | kökten bir biçimde dönüştürmemiştir. |
the whole of human consciousness. | ||
1:47 | And what we were saying, yesterday | Ve dün söylüyor olduğumuz şuydu, |
1:49 | was that when there is | insan dönüşümü zuhur ettiğinde |
human transformation, | ||
1:59 | that is, there is a transformation | yani ortada bir dönüşüm olduğunda, |
2:03 | in the content of your consciousness | bilincinizin içeriğinde |
– which is you – | -ki bu sizsinizdir- | |
2:08 | then that very transformation | bu dönüşüm bütün insanlığa etki eder. |
affects the whole of mankind. | ||
2:16 | Which, again, is fairly clear | Ki bu da oldukça açıktır |
2:20 | and I hope one understands this fact | ve umarım bu olguyu anlıyorsunuzdur |
2:24 | that where there is | kökten dönüşümün olduğu yerde |
radical transformation, | ||
2:33 | actual, not theoretical, not | bilfiil dönüşüm, teorik değil, |
an ideational or a hypothetical change | düşünsel veya hipotetik bir değişim değil | |
2:43 | but actual transformation | ve fakat bilincimiz gerçekten |
in our consciousness, | dönüşüme uğradığında, | |
2:47 | in you, as a human being, | bir insan olarak, içimizde dönüştüğümüzde |
2:49 | then that transformation brings | o dönüşüm dünyanın bilincine oldukça |
about quite a different atmosphere | farklı bir atmosfer getirir. | |
2:56 | in the consciousness of the world. | Bence bu ortadadır, |
I think this is clear, | ||
3:03 | because one can see how people | zira kişi -ne kadar nevrotik olursa olsun |
3:07 | – however neurotic, like Hitler, | Hitler gibi, şu veya bu gibi kişilerin - |
this person and that – | ||
3:10 | have affected the world. | dünyayı etkilediğini görür. |
3:16 | So, it is necessary, | Öyleyse, bu konuda bir nebze bile |
if we are at all serious, | olsa ciddiysek | |
3:22 | if we are at all concerned | insanlık durumu, insanın davranışları |
with human behaviour, human condition, | hakkında ve dönüşümün aciliyeti konusunda | |
3:29 | and the urgency | zerre kadar endişeliysek |
of that transformation, | ||
3:34 | we must examine, together, | bilincimizi birlikte sorgulamalıyız |
our consciousness, | ||
3:42 | that is, what you are, what we are. | yani ne olduğunuzu, ne olduğumuzu. |
3:49 | And, apparently, very few have applied | Ve görünen o ki pek azı bu dönüşümü |
themselves to this transformation. | kendilerine uygulamışlardır. | |
3:58 | They have talked about it, | Psikologlar, filozoflar ve de analistler |
volumes have been written about it, | bu dönüşüm hakkında konuşmuşlar, | |
4:05 | by the psychologists, | hakkında ciltlerce kitap yazmışlardır. |
philosophers and the analysts. | ||
4:09 | But, in fact, very few human beings | Fakat aslında pek az insan kendisini |
have radically transformed themselves. | kökten dönüştürmüştür. | |
4:18 | They are concerned with the outer | Pek çok insan dışarıdaki süslemeyle, |
trimmings, the frills, the branches, | gösterişle, branşlarla ilgilenmişler | |
4:26 | but have not tackled | ve fakat var oluşumuzun özünü, |
the very root of our existence | bizde neyin tümüyle yanlış olduğunu, | |
4:32 | to find out what is totally wrong | neden bu şekilde davrandığımızı |
with us, why we behave like this. | anlayamaya soyunmamışlardır. | |
4:39 | So, what we were saying, yesterday, | Dolayısıyla dün konuşuyor olduğumuz |
if we may continue with it today, | mesele, eğer bugün de devam edebilirsek, | |
4:50 | that in our consciousness, | bilincimizde üç temel unsur vardır |
there are three principal factors: | demiştik: | |
4:58 | fear, with all | bütün zorluklarıyla beraber korku, |
the complications of fear | -lütfen | |
5:03 | – please, observe it in yourself, | sadece benim kelimelerimi dinlemeyiniz, |
don’t merely listen to my words. | bunu kendinizde gözlemleyiniz. | |
5:09 | Description is not the described. | Tasvir tasvir edilen değildir. |
The word is not the thing. | Kelime işaret ettiği şey değildir. | |
5:18 | Unless one observes oneself through | Ancak kişi tasvir edilen yoluyla kendini |
what is described – the description – | gözlemlediğinde -tasvirin kendisi yoluyla- | |
5:27 | then you can go into yourself | o takdirde kendinize dönüp tasvir |
and observe the described – the fact. | edileni -olguyu- gözlemleyebilirsiniz. | |
5:34 | So, we were saying, yesterday, | Böylelikle dün üç tane unsurun |
there are three factors, | olduğundan bahsediyorduk, | |
5:39 | major factors in our consciousness | bilincimizdeki üç ana unsur ki bunlar |
which is fear, pleasure, | korku, haz, | |
5:47 | the pursuit of pleasure | haz arayışı ve keder, eziyet ve |
and great sorrow, | kaygılarımızı içeren | |
5:52 | sorrow implying grief, | muazzam acılarımızdır, |
travail, anxiety, | ||
5:58 | every form of neurotic behaviour, | her türlü nevrotik davranış şekli, |
all that is in our consciousness. | bilincimizde olan her hal. | |
6:10 | And is it possible | Ve bilinci değiştirmek olanaklı mıdır |
to change that consciousness | ||
6:15 | – to bring about a profound revolution | -o bilinçte çok derin bir devrim meydana |
in that consciousness? | getirmek? | |
6:30 | And if you are | Ve eğer gerçekten bu devrimle ilgiliyseniz |
really concerned about it | ||
6:33 | we can then share the thing, | o zaman bu soruyu beraber paylaşabiliriz. |
together. | ||
6:36 | But if you are merely | Fakat sadece kelimelerle, teorilerle oyun |
playing with words and theories, | oynuyorsanız, | |
6:40 | and beliefs and dogmas, | inançlarla, dogmalarla ve şu grubu veya |
and joining this group or that group, | bu grubu takip ediyorsanız | |
6:44 | this guru or that guru, | şu veya bu guruyu, |
6:46 | then, I’m afraid, we have very | o takdirde, korkarım ki çok az ortak |
little in common with each other. | noktamız var. | |
6:53 | So, if you’re concerned, then | Pekala, eğer ilgiliyseniz, dün korku |
we were talking yesterday about fear. | hakkında konuşuyorduk. | |
7:03 | We said that fear | Korkunun düşüncenin hareketi olduğunu |
is the movement of thought, | söyledik, | |
7:14 | movement of thought, as time. | zaman olarak düşüncenin hareketi. |
7:19 | It is very simple. | Bu çok basittir. Haydi bunu |
Don’t let’s complicate it. | karmaşıklaştırmayalım. | |
7:22 | Time, in the sense, | Zaman, kişinin yarından korkması anlamında |
one is afraid of tomorrow, | ||
7:29 | or one is afraid of things | veya kişinin geçmişte olanlardan korkması |
that have happened in the past | ||
7:34 | and not wanting it repeated, | ve gelecekte tekrar etmesini istememesi |
again, in the future. | anlamında. | |
7:38 | So, thought is a movement in time. | O halde düşünce zamanda bir harekettir. |
7:50 | Right? | Değil mi? |
7:52 | And fear is part of that | Ve korku da düşüncenin o hareketinin |
movement of thought. | bir parçasıdır. | |
8:04 | Right? | Değil mi? |
8:06 | Please, look at it. | Lütfen, korkuya bakınız. |
We are communicating with each other. | Birbirimizle iletişim kuruyoruz. | |
8:14 | Communication implies sharing | İletişim sadece sözel anlamı değil fakat |
not only the verbal meaning | ||
8:23 | but the actual substance of the word | kelimelerin özünü de paylaşmayı ima eder |
8:28 | – the significance of the word – | -kelimelerin anlamını- |
the depth of the word. | kelimelerin derinliğini. | |
8:33 | So, we are, together, exploring. | Öyleyse beraberce keşfediyoruz. |
8:39 | We are not telling you what to do, | Size ne yapmanız gerektiğini |
söylemiyoruz. | ||
8:45 | because we are used | zira şu başkalarını takip etme |
to this habit of following others, | alışkanlığına sahibiz | |
8:52 | therefore, we establish an authority | böylelikle de bir otorite kuruyor ve de o |
and then accept that authority | otoriteyi kabul ediyoruz | |
8:58 | because, in ourselves, | çünkü içimizde düzen yok |
we are disorderly | ||
9:02 | and out of that disorder, | ve o düzensizlikten bir otorite |
we create an authority | yaratıyoruz, | |
9:09 | who we hope will help us | kargaşamızdan çıkabilmek için birinin |
to get out of our confusion. | yardımcı olacağını umut ediyoruz. | |
9:17 | On the contrary, we are saying, | Tam aksine zihin, psişe meselelerinde, |
in the matters of the mind, psyche, | ||
9:23 | in the matters of spiritual things | spiritüel olan meselelerde -eğer bu |
– if I may use that word ‘spiritual,’ | kelimeyi kullanmama müsaade ederseniz, | |
9:31 | it rather stinks, but doesn’t matter, | daha ziyade kokuşmuş bir kelime fakat |
we’ll use that word – | fark etmez o kelimeyi kullanacağız- | |
9:39 | there is no authority, | otorite yoktur, guru yoktur diyoruz, |
there’s no guru, | ||
9:47 | though this country is inundated | -bu ülke ve Batı dünyası |
and the Western world | ||
9:51 | – by the gurus, from India. | Hindistan'dan gelen |
gurularla dolup taşmış olmasına rağmen-. | ||
9:58 | So, we are saying, | Demek ki iletişimin paylaşmak olduğunu, |
communication means sharing, | beraber düşünmek, | |
10:04 | thinking together, observing together | beraber gözlemlemek olduğunu söylüyoruz, |
- birlikte, konuşmacının bir şey söylemesi | ||
10:10 | – together, not the speaker says | ve sizin söylenileni kabul veya |
something, you accept it or deny it, | reddetmeniz değil | |
10:16 | but sharing, actually together, | fakat, bilfiil beraberce, kendimizde |
what we are observing, in ourselves. | gözlemlediğimizi paylaşmak. | |
10:25 | So, we’ve said, thought is | O halde düşüncenin ölçü olarak zamanda |
a movement in time, as measure | bir hareket olduğunu | |
10:34 | and that fear is | ve o korkunun da düşüncenin hareketi |
the movement of thought. | olduğunu söyledik. | |
10:42 | When there is no movement of thought, | Düşüncenin hareketinin olmadığı yerde |
there is no fear. | korku olamaz. | |
10:53 | We went into it, yesterday, | Dün bu meseleyi oldukça derinlemesine |
fairly deeply, | ele aldık | |
10:59 | and perhaps I can go into it | ve şimdi belki de çok çok kısaca korku |
very, very briefly now, again, | meselesine tekrar girebilirim, | |
11:05 | which is, fear – the root of fear, | korkunun ne olduğunu -korkunun kökenini, |
11:13 | not the various expressions of fear, | korkunun çeşitli ifadelerini değil, |
various objects of fear, | korkunun çeşitli nesnelerini değil, | |
11:18 | but the root of fear, | ve fakat korkunun kökeni |
which is so destructive, | ki bu çok yıkıcıdır, | |
11:23 | which brings about such darkness, | zihne öylesine bir karanlık, |
paralysis of the mind | zihin felci getirir ki | |
11:30 | – that fear, does it come about | -o korku, 'korku' kelimesinden mi |
through the word ‘fear’ | doğmaktadır | |
11:41 | or is it independent of the word? | yoksa korku, 'korku' kelimesinden |
bağımsız mıdır? | ||
11:45 | Please, observe, examine your fear | Lütfen bizler tasvir ederken kendi |
in that way, as we are describing. | korkunuzu sorgulayınız, gözlemleyiniz. | |
11:52 | Does fear exist without the word | Korku kelimesi olmadan korku |
var olmakta mıdır | ||
11:57 | or does the word ‘fear’ create fear? | yoksa 'korku' kelimesi mi korkuyu |
That’s one problem. | yaratmaktadır? Bu sorularımızdan biridir. | |
12:02 | Then, how do you observe fear? | O halde korkuyu nasıl gözlemlersiniz? |
12:13 | When you say, ‘I know I’m afraid,’ | 'Biliyorum, korktum' dediğinizde |
how do you know? | nasıl bilirsiniz? | |
12:21 | Is your knowledge based | Bilginiz korkuyla ilgili geçmiş |
on past experiences of fear? | deneyimlerinize mi dayanmaktadır? | |
12:29 | So, you are looking at the fresh fear | Yani taze korkuya geçmişin gözleriyle |
with the eyes of the past | bakıyorsunuzdur | |
12:37 | and, therefore, | ve böylelikle o yeni korkuya güç |
giving to that new fear, strength. | veriyorsunuzdur. | |
12:43 | You’ve understood? | Anladınız mı? |
12:48 | That is, I’m afraid of something | Yani yapmış olduğum veya yapabileceğim |
I have done, or something I might do, | bir şeyden dolayı korkarım | |
12:58 | and that thing, | ve o şeye 'korku' adını koyarım. |
I have named it as ‘fear.’ | ||
13:06 | When I have named it, | Onu isimlendirdiğimde ona söz hakkı |
I have recognised it. | vermiş olurum. | |
13:12 | And the recognition of it | Ve korkuya söz hakkı verilmesi sadece |
only strengthens the fact of fear. | korku olgusunu güçlendirir. | |
13:18 | Now, is it possible to be aware of | Şimdi, o korkunun farkında olup, |
that fear, the new expression of fear, | o yeni korku ifadesinin, | |
13:28 | and not name it, and observe it? | onu isimlendirmemek ve gözlemlemek |
You’ve understood? | mümkün müdür? Anladınız mı? | |
13:41 | Is this clear? | Bu açık mı? |
May we go on, from there? | Buradan devam edebilir miyiz? | |
13:45 | That is, to look at the new | Yani bahsettiğimiz,'korku' dediğimiz |
o yeni | ||
13:58 | or the fresh form of sensation | veya taze duyumsamayı |
which we call ‘fear’ | ||
14:03 | without categorising it, | kategorize etmeden, bir çerçeveye almadan |
without putting it into a frame | bakmak | |
14:13 | and, thereby, giving it vitality. | ve dolayısıyla da korkuya canlılık |
vermektir. | ||
14:21 | So, is it possible to observe | O halde korkuyu isimlendirmeden, |
that fear without naming, | bastırmaya çalışmadan, | |
14:30 | without trying to suppress, analyse, | analiz etmeden, ondan kaçmaya çalışmadan |
escape from it, just to observe it? | sadece gözlemlemek mümkün müdür? | |
14:38 | And you cannot observe it | Ve eğer bir çerçeveye alırsanız |
if you’ve put it in a frame, | korkuyu gözlemleyemezsiniz, | |
14:44 | because we’ve already | çünkü halihazırda ona sahip olmuş, |
captured it and held it. | onu zapt etmişsinizdir. | |
14:49 | So, what then becomes important is | Dolayısıyla önemli olan korkuyu nasıl |
how you observe your fear, | gözlemlediğiniz, | |
14:58 | how you look at it. | ona nasıl baktığınız haline gelir. |
15:01 | Do you look at it | Korkuya sizden ayrı bir varlık olarak mı |
as an entity separate from fear? | bakıyorsunuz? | |
15:10 | You understand this? | Bunu anlıyor musunuz? |
15:12 | That is, do you say, | Yani şunu mu diyorsunuz, |
‘Fear is different from me’ | 'Korku benden ayrıdır' | |
15:18 | – or, the fact is, fear is you? | -yoksa, olgunun ta kendisi, korku siz |
Right? | misinizdir? Değil mi? | |
15:25 | Please, this is very important | Lütfen, bunu anlamak çok önemlidir |
to understand | ||
15:29 | because on this whole thing | zira soruşturmamız bütünüyle buna |
depends our investigation: | bağlıdır: | |
15:35 | how you observe. | nasıl gözlemlediğinizde. |
15:40 | Do you observe as a separate entity | Ayrı bir varlık olarak -gözlemleyen- |
– the observer – | mı gözlemliyorsunuz | |
15:49 | and look at that fear, | ve o korkuya, gözlemlenene |
which is the observed, | ||
15:53 | something different, | başka bir şey, sizden ayrı bir şey olarak |
something separated from you? | mı bakıyorsunuz? | |
16:01 | If it is separated from you | Eğer korkunuz sizden ayrıysa ortada bir |
then there is a gap, | boşluk | |
16:07 | there’s an interval. | bir aralık var demektir. |
16:10 | Then, you try to suppress it, | O halde korkunuzu bastırmaya, |
you try to control it, | kontrol etmeye çalışırsınız, | |
16:16 | you try to run away from it, | korkunuzdan kaçmaya, onu analiz etmeye |
analyse it – | çalışırsınız- | |
16:19 | and so there’s constant battle | ve böylece durmaksızın süren çatışma |
going on. | vardır. | |
16:25 | Where there is division, | Bölünmenin olduğu yerde çatışma olmak |
there must be conflict, | zorundadır, | |
16:30 | like in nationalities, | milliyetlerdeki, her sınıf farklılığında |
in every class difference, and so on. | vesaire olduğu gibi. | |
16:34 | Wherever there is division | Nerede bölünme varsa Katolikle Protestan, |
between the Catholic, Protestant, | Hindu, Müslüman arasında | |
16:38 | Hindu, Muslim – whatever it is – | -bölünme her neyle ilgili olursa olsun- |
16:43 | there must be conflict, | çatışma, mücadele, ızdırap olmak |
struggle, pain. | zorundadır. O halde | |
16:50 | So, one has to find out, very | kişi bu bölünmenin neden var olduğunu |
carefully, why this division exists. | çok dikkatlice keşfetmek zorundadır. | |
16:58 | Is it an illusion | Bu bir yanılsama mıdır yoksa |
or is it an actuality? | bir gerçeklik midir? | |
17:07 | Like anger, | Öfke gibi, |
17:09 | anger is not separate from you | öfke sizden ayrı değildir |
– when you say, ‘I’m angry,’ | -'Öfkeliyim' dediğinizde, | |
17:11 | you are anger, it’s part of you. | siz öfkesinizdir, öfke sizin bir |
parçanızdır. | ||
17:15 | But when you are afraid, | Fakat korktuğunuzda korku sizin bir |
it’s not part of you. | parçanız değildir. | |
17:19 | You say, ‘I’m going to do | 'Bunun hakkında bir şeyler yapacağım' |
something about it.’ | dersiniz. | |
17:24 | So, you have created a division, | Böylece de bir bölünme dolayısıyla |
and hence, conflict. | çatışma yaratırsınız. | |
17:30 | Whereas, when you observe fear, | Halbuki korkuyu gözlemlediğinizde korku |
that fear is you, part of you, | sizsinizdir, sizin bir parçanızdır, | |
17:41 | so the observer is the past. | yani gözlemleyen geçmiştir. |
17:47 | Please, understand this, very deeply. | Lütfen bunu çok ama çok derinlemesine |
anlayınız. | ||
17:50 | The observer is the past. | Gözlemleyen geçmiştir. |
17:54 | He has accumulated a great deal | Büyük ölçüde bilgi ve deneyim toplamıştır |
of knowledge, experience | ||
18:00 | and with that memory, he looks. | ve bunlardan oluşan hafızasıyla bakar. |
18:06 | So, the past meets the present | Yani geçmiş şimdiyle karşılaşır |
18:11 | and says, | ve der ki 'ben şimdiden ayrıyım', |
‘I am different from the present,’ | ||
18:16 | whereas, the observer | halbuki gözlemleyen gözlemlenendir. |
is the observed. Right? | Değil mi? | |
18:22 | Please, get this. | Lütfen bunu anlayınız. |
18:24 | The thinker is the thought. | Düşünen düşüncedir. |
There is no thinker without thought. | Düşünce olmadan düşünen yoktur. | |
18:31 | The experiencer is the experience. | Deneyimleyen deneyimdir. |
Right? | Değil mi? | |
18:41 | Let’s look into it a little bit more. | Haydi biraz daha meselenin içine girelim. |
18:44 | That is, when you experience | Yani bir şeyi deneyimlediğinizde, |
something, you must recognise it, | onu tanımak zorundasınızdır, | |
18:51 | otherwise, it’s not an experience. | aksi takdirde bu bir deneyim değildir. |
Right? | Değil mi? | |
18:57 | So, recognition means | Demek ki tanıma onu halihazırda |
you’ve already known it, | bildiğiniz anlamına gelir, | |
19:04 | so, it’s nothing new. | yani bu yeni bir şey değildir. |
19:08 | So, the experiencer is the experience. | O halde deneyimleyen deneyimdir. |
19:13 | Like the analyser, when you go | Analist gibi, bir analiste veya uzmana |
to an analyst or the analyser, | gidersiniz, | |
19:17 | when you analyse yourself | kendinizi analiz ettiğinizde |
– the analyser is the analysed. | -analiz eden analiz edilendir. | |
19:24 | Right? See this, clearly. | Değil mi? Bunu açıkça görünüz. |
For God’s… Understand? | Tanrı aşkına... Anladınız mı? | |
19:28 | If you once understand | Bu basit prensibi bir kere anladığınızda |
this basic principle | ||
19:31 | then, we can go much further. | o takdirde çok daha ilerisine |
gidebiliriz. | ||
19:34 | Which is, you eliminate conflict, | Ki bu çatışmayı içsel olarak olduğu kadar |
altogether | dışsal olarak da | |
19:43 | – inwardly, as well as outwardly. | bütünüyle yok etmeniz anlamına gelir. |
Right? | Değil mi? | |
19:51 | So, when you observe fear, | Yani korkuyu gözlemlediğinizde, |
19:56 | are you observing it as a separate | onu ayrı bir insan olarak, bir parçanız |
person and fear is not part of you | olmayan bir korku olarak mı | |
20:06 | and, therefore, | gözlemliyorsunuz ve haliyle de korkuyla |
you are in conflict with it? | çatışma içinde misiniz? | |
20:09 | But when the thinker is the thought, | Ama düşünen düşünceyken, |
the observer is the observed, | gözlemleyen gözlemlenenken, | |
20:18 | what takes place? | ne meydana gelir? |
You understand my question, now? | Şimdi sorumu anlıyor musunuz? | |
20:23 | You have eliminated conflict, | Çatışmayı bütün yönleriyle yok ettiniz. |
altogether. | ||
20:28 | Therefore, you have the energy, | Bundan dolayı 'korku' dediğiniz o olguya |
the attention to give to that fact | verecek enerjiye, | |
20:34 | – which you call ‘fear.’ | dikkate sahipsiniz. |
20:37 | It’s only when you are not attentive, | Ancak dikkatsiz olduğunuzda |
fear continues. | korku devam eder. | |
20:43 | Right. Is this somewhat clear? | Peki. Bu birazcık da olsa açık mı? |
20:51 | So, this is what we were saying, | Demek ki dün söylediğimiz buydu |
yesterday | ||
20:56 | – it took an hour and a quarter – | -bir saat on beş dakikamızı aldı- |
20:58 | we’re trying to make a résumé of it, | birkaç dakika için bir özgeçmişini |
in a few minutes. | sunmaya çalışıyoruz. | |
21:03 | So, we must go on | O halde insan bilincindeki bir başka |
with another factor, which is | unsurla devam etmeliyiz, | |
21:08 | as we said, in human consciousness | dediğimiz gibi insan bilinci |
which is so limited, | çok sınırlıdır, | |
21:14 | so conditioned by these three factors: | bu etmenler tarafından öylesine |
fear, pleasure, sorrow | koşullandırılmıştır ki: korku, haz, acı | |
21:23 | – it is limited by that | -bu etmenler tarafından |
sınırlandırılmıştır | ||
21:26 | and the content of consciousness | ve bilincin içeriği bilinçtir, değil mi? |
is consciousness, isn’t it? | ||
21:34 | The house is what is inside. | Ev evin içindekilerdir. |
21:38 | So, our consciousness has | Demek ki bilincimizde bu üç ana unsur |
these three main factors | vardır | |
21:48 | and unless these main factors | ve bu ana unsurlar anlaşılıp aşılmadıkça, |
are understood and gone beyond, | ||
21:54 | our consciousness is limited, | bilincimiz sınırlıdır, bu üç etmen |
is conditioned by these three factors | tarafından koşullandırılmıştır, | |
22:03 | and, therefore, there can be | dolayısıyla da kökten bir dönüşümün |
no radical transformation. | olması mümkün değildir. | |
22:08 | We are concerned | Bizler hayatın dış kenarlarındaki |
with the radical transformation, | süslerle değil | |
22:12 | not trimming | kökten dönüşümle ilgiliyiz, |
the outward edges of life, | ||
22:16 | but the deep problems | insanın karşısına çıkan derin sorunlarla |
which confront man, | ||
22:21 | and to change them, radically. | ve onları kökten değiştirmekle. |
22:24 | So, now we’re going | Öyleyse şimdi hayatımızdaki büyük |
to talk about pleasure, | etmenlerden biri olan | |
22:30 | which is one of the greatest | haz hakkında konuşacağız. |
factors in our life. | ||
22:37 | We’re not saying it’s right or wrong, | Hazzın doğru veya yanlış olduğunu, iyi |
it’s good or bad, | veya kötü olduğunu söylemiyoruz, | |
22:44 | we are looking at it, we are | hazza bakıyoruz, |
exploring the content of pleasure, | hazzın içeriğini keşfediyoruz, | |
22:50 | why human beings, | neden dünyanın tam anlamıyla her yerinde |
right throughout the world, | insanların | |
22:55 | have pursued pleasure | hazzın farklı şekilleri peşinde |
in different forms: | koştuklarını: | |
23:02 | pleasure through religion | din yoluyla haz |
23:05 | – essentially, | -özsel olarak, |
when you seek what you call ‘God,’ | 'Tanrı' dediğiniz şeyi aradığınızda, | |
23:08 | it is, ultimately, pleasure. | bu en nihayetinde olarak hazdır. |
23:12 | Pleasure in multiple forms – sexual | Hazzın çoklu şekilleri: cinsel haz, sahip |
pleasure, pleasure of possession, | olma hazzı, | |
23:23 | pleasure of attachment, | korkuyu da içeren bağlılığın verdiği haz, |
in which is involved fear | ||
23:27 | – but we’ll go into it, presently – | -fakat bunun içine birazdan gireceğiz- |
23:31 | pleasure in achievement, in success, | kazanmadaki haz, başarıdaki, |
pleasure in arrogance, | kibirdeki haz, | |
23:41 | pleasure in having | muazzam bir şöhrete sahip olmaktaki haz. |
a tremendous reputation. | ||
23:47 | So, there are these extraordinary | Demek ki hazzın bu olağanüstü ölçüde |
forms of complicated pleasure. | karmaşık şekilleri vardır. | |
23:53 | Why do human beings pursue this? | Neden insanlar bunun peşinde koşarlar? |
24:00 | It’s not only in the modern age | Sadece modern çağda değil, antik |
but also, from the ancient of times, | zamanlarda da haz | |
24:05 | this has been | en temel etmenlerden biri olmuştur. |
one of the major factors. | ||
24:10 | And religion, throughout the world, | Ve din, bütün dünyada - |
has said | ||
24:13 | – organised religion, | otoriteye ve inanca dayanan organize din, |
which is based on authority, belief, | ||
24:18 | superstition and all the rest of it – | batıl inançları ve bütün hikâye - |
24:21 | organised religions have said, | organize dinler 'Hazzı yok etmek |
‘You must eliminate pleasure, | zorundasınız' dediler | |
24:29 | which is desire, | ki bu arzudur, |
24:33 | because,’ they said, | çünkü 'eğer haz arıyorsan |
‘if you are seeking pleasure | ||
24:40 | you cannot find God, | Tanrıyı bulamazsın veya |
or you cannot serve God.’ | Tanrıya hizmet edemezsin' dediler. | |
24:44 | So, we are saying, | Dolayısıyla biz de diyoruz ki keşfedelim, |
let us explore it, | ||
24:49 | not deny it or accept it, | ret veya kabul etmeyelim, |
nor say, ‘What is wrong with it, | ||
24:56 | why shouldn’t I seek pleasure?’ | 'Hazzın nesi yanlış, neden hazzı |
aramamalıyım ki?' de demeyelim | ||
24:58 | but we are trying to explore the whole | zira hazzın bütün yapısını ve doğasını |
structure and the nature of pleasure | keşfetmeye çalışıyoruz | |
25:07 | – if you are willing. | - eğer istekliyseniz. |
25:09 | If pleasure is all important to you, | Eğer haz sizin için çok önemliyse, |
then don’t examine it, | o zaman sorgulamayın, | |
25:14 | because it’s going | çünkü sorgulamamız pek çok şeyi |
to destroy a lot of things. | yok edecektir. | |
25:25 | As we said, yesterday also, | Dün de dediğimiz gibi hazzı derinlemesine |
to understand pleasure, deeply, | anlayabilmek için, | |
25:35 | what is its significance, | öneminin ne olduğunu, |
what is its worth, | değerinin ne olduğunu, | |
25:38 | we must examine, very closely, | düşüncenin ne olduğunu, |
what is thinking, | çok yakından sorgulamalıyız, | |
25:44 | because part of pleasure | çünkü hazzın bir kısmı düşüncedir, |
is thinking, imagining, | hayal etmedir, | |
25:50 | making pictures, making images. | resmetmek, imgeler oluşturmaktır. |
You understand? | Anlıyor musunuz? | |
25:57 | So, we must go into the question, | Yani düşüncenin ne olduğu sorusuna veya |
very deeply, if you want to, | sorununa, eğer istiyorsanız, | |
26:04 | into the problem or into the question | çok derinlemesine girmeliyiz. |
of what is thinking. | ||
26:11 | As we said, also, yesterday, | Dün de değimiz gibi bu meditasyonun |
this is part of meditation, | bir parçasıdır, | |
26:17 | the investigation | korkunun soruşturulması veya sorgulanması, |
or the examination of fear, | ||
26:23 | the examination and | hazzın soruşturulması ve anlaşılması, |
the understanding of pleasure | ||
26:27 | and the ending of sorrow, | ve acının dinmesi meditasyonun |
is part of meditation. | bir parçasıdır. | |
26:33 | Not the repetition of some mantra, | Bir köşede oturup bir takım mantralar |
sitting in a corner | tekrar etmek, | |
26:38 | and going off into some | saçma sapan görülerde kopup gitmek değil, |
kind of nonsensical visions, | ||
26:44 | but this is the foundation | ve fakat temel budur. |
– please, see this – | - lütfen bunu görünüz - | |
26:48 | this is the foundation of meditation. | bu meditasyonun temelidir. |
26:52 | If you are not deeply established | Eğer bu temele derinden köklenmemişseniz, |
in this foundation, | ||
26:59 | your meditation is bound | meditasyonunuz sizi bir yanılsamaya |
to lead to illusion – meaningless. | götürmeye mecburdur - anlamsızdır. | |
27:06 | So, we’re going to, now, together, | Demek ki şimdi beraberce düşüncenin |
examine what is thinking. | ne olduğunu sorguluyoruz. | |
27:14 | Because all our structure | Zira bütün yapımız, bütün eylemlerimiz, |
all our action, all our beliefs, | bütün inançlarımız, | |
27:20 | all our religions – though they say | bütün dinlerimiz - vahiy yoluyla |
it’s revelation – all the rest of it, | geldiklerini iddia etseler de - | |
27:27 | is essentially based on thought. | ve bütün hikâye, |
özünde düşünce üzerine kuruludur. | ||
27:32 | Right? | Değil mi? |
You cannot possibly deny that. | Bunu inkar ediyor olmanız mümkün değil. | |
27:41 | So, we are going to look into, first, | O halde hazzın ne olduğunu incelemeden |
before we examine what is pleasure | önce | |
27:47 | we must first look | ilk olarak düşüncenin ne olduğuna |
at what is thinking. | bakacağız. | |
27:52 | Please don’t accept what I am saying, | Lütfen benim söylediklerimi, konuşmacının |
what the speaker is saying, | söylediklerini kabul etmeyiniz | |
27:57 | look at your own movement of thinking. | kendi düşüncenizin hareketine bakınız. |
28:05 | What is thinking | Düşünce nedir |
– not thinking about something, | - bir şey hakkında düşünmek değil | |
28:10 | but thinking itself, per se. | fakat düşünmenin kendisi, kendi başına. |
What is thinking? | Düşünce nedir? | |
28:19 | Is there a thinking without word, | Herhangi bir sözcük, sembol olmadan |
without a symbol, | düşünce var mıdır, | |
28:27 | without a picture, without an image? | herhangi bir resim, imge olmadan? |
You understand? | Anlıyor musunuz? | |
28:36 | Have you ever thought without a word | Hiç herhangi bir kelime olmadan |
düşündünüz mü | ||
28:43 | or is word related to thinking? | yoksa kelime düşünceye ilişkin bir şey mi? |
28:52 | And if word is related to thinking, | Ve eğer kelime düşünceye ilişkin |
bir şeyse, | ||
28:55 | then word becomes tremendously | o halde kelime muazzam bir öneme sahip |
important, which it has in our life. | olur ki hayatımızda bu öneme sahiptir | |
29:02 | When you mention the word ‘God,’ | 'Tanrı' kelimesini telaffuz ettiğinizde, |
you, somehow | her nasılsa | |
29:05 | – some extraordinary transformation | -olağanüstü bir dönüşüm meydana gelir. |
takes place. | ||
29:09 | And when you also say, ‘There is | Ve bir de 'Tanrı yoktur, Tanrı öldü,' |
no God, God is dead,’ it stirs you. | dersiniz, bu sizde bir duygu uyandırır. | |
29:17 | So, we are slave to words. | O halde kelimelerin kölesiyiz. |
29:22 | ‘I’m an Englishman’ | 'Ben bir İngilizim' |
29:24 | – immediately, there’s | -anında bir önemlilik duygusu ortaya çıkar |
a certain sense of importance, | ||
29:28 | or a Hindu – whatever it is. | veya bir Hindu - her ne iseniz. |
29:31 | So, thinking, as we said, | Öyleyse dedik ki düşünce |
29:37 | is a movement of measure | bir ölçü birimidir ki bu zamandır, |
which is time, | ||
29:45 | from the past, through the present, | geçmişten gelen, şimdi yoluyla geleceği |
modified to the future. | değiştiren. | |
29:54 | That’s the whole movement of thought. | Düşüncenin bütün hareketi budur. |
29:59 | Thinking then is born out of | O halde düşünce deneyimden, |
experience, knowledge as memory, | bilgiden doğmuştur hafıza olarak, | |
30:11 | which is stored up in the brain, | beyinde depolanmıştır, bu aşikardır. |
which is obvious. | ||
30:17 | So, please, this is very important | Dolayısıyla, lütfen, bu çok önemlidir |
30:20 | because we’re going to discuss, | çünkü birazdan ölümün ne olduğunu |
presently, what is death. | tartışmaya başlayacağız. | |
30:24 | So, you must understand this, | Dolayısıyla düşüncenin bir hareket |
very deeply, | olduğunu | |
30:28 | that thought is a movement. | çok derinlemesine anlamalısınız. |
30:34 | Movement means time | Hareket zaman demektir |
30:38 | – from here to there, | - oradan buraya, ne olduğundan |
what has been to what should be – | ne olması gerektiğine - | |
30:43 | and so on and so on | ideal olan ve gerçekte olan - |
– the ideal and the actual. | vesaire vesaire. | |
30:50 | All this is a movement of time, | Bütün bunlar zamanın hareketidir |
which is thought. | ki bu düşüncedir. | |
30:57 | Thought is stored up | Düşünce beyinde, beyin hücrelerinde |
in the brain, in the cells | depolanmıştır | |
31:03 | – I’m not an expert, | -ben bir uzman değilim, sadece kendimi |
I’ve just watched myself. | izliyorum. | |
31:15 | Now, here arises a very interesting | Şimdi eğer üzerine eğilebilirsek çok |
problem, if we can go into it, | ilginç bir sorun ortaya çıkıyor, | |
31:21 | which is: can time have a stop? | ki o da şu: zamanın bir sonu olabilir mi? |
31:27 | Not the chronological time, | Kronolojik zamandan bahsetmiyoruz, |
when you catch a train and bus | treni, otobüsü ne zaman yakaladığınızda - | |
31:32 | – don’t confuse it, | bunları birbirine karıştırmayınız, sonra |
then you will lose your bus. | otobüsünüzü kaçırırsınız. | |
32:04 | We are saying, or asking, | Şunu söylüyor ya da daha ziyade soruyoruz, |
can time have a stop? | zamanın bir sonu olabilir mi? | |
32:11 | Can the movement of thought | Düşüncenin hareketi son bulabilir mi? |
come to an end? | ||
32:19 | That is, it can come to an end. | Zaman bir son bulabilir. Eğer bu sorunun |
I’II show it if you would go into it. | içine girmek isterseniz size göstereceğim. | |
32:24 | The past which is all your memories, | Bütün anılarımız, deneyimlerimiz |
experiences, | olan geçmiş, | |
32:30 | remembrances, traditions, | hatıralar, gelenekler ve bütün hikâye |
all the rest of it | ||
32:34 | – the past, in which we live, | - içinde yaşadığımız geçmiş, |
of which we are – | olduğumuz geçmiş - | |
32:41 | that movement meets the present, | bu hareket şimdiyle buluşur |
and ends there. | ve orada sona erer. | |
32:48 | What we do is, meet the present, | Bizim yaptığımızsa, şimdiyle buluşmak, |
have it modified and move on, | onu değiştirmek ve devam etmek, | |
32:55 | so give continuity, all the time. | bu sebeple de zamana devamlılık |
You’ve understood this? | vermektir, her daim. Bunu anladınız mı? | |
33:04 | I’ve a problem – sexual, | Bir problemim var - cinsel, veya her neyse |
the whatever problem be. | ||
33:08 | I think about it, meet it and end it. | onun hakkında düşünür , onunla |
buluşur ve ona son veririm. | ||
33:17 | So, this is part of meditation | Dolayısıyla bu meditasyonun bir parçasıdır |
33:21 | which we’ll discuss | meditasyon hakkında konuşurken |
when we talk about meditation | bunu tartışacağız | |
33:24 | because it’s very important to find | çünkü psikolojik zamanın bir sonu |
out if psychological time has an end. | olduğunu keşfetmek çok önemlidir. | |
33:34 | Because that which ends, only then | Zira değişmez devamlılık olduğunda değil, |
something new can take place, | ||
33:43 | not if there is constant continuity. | ancak zaman sona erdiğinde yeni |
olan meydana çıkabilir. | ||
33:48 | Then, it’s merely mechanical. | Aksi takdirde ortaya çıkan |
şey sadece mekaniktir. | ||
33:53 | I won’t go into that, now, | Buna şimdi girmeyeceğim, çünkü daha |
because we’ll come to it, later. | sonra buna değineceğiz. | |
33:57 | So, thought, we said, | O halde, dedik ki düşünce zamanın ve |
is a movement of time and measure | ölçünün bir hareketidir | |
34:03 | and it is stored in the brain. | ve beyinde depolanır. |
34:09 | That is our process of thinking. | Bu bizim düşünce sürecimizdir. Yani |
So, thought is that. | düşünce o sürecin kendisidir. | |
34:17 | Now, what is pleasure? | Şimdi, haz nedir? |
34:24 | What is the difference | Haz, zevk, neşe ve insan hayatının ender |
between pleasure, enjoyment, joy | anlarında yakalanan | |
34:33 | and there are, at rare moments | esrime(kendinden geçme) arasındaki |
in human life, ecstasy? | fark nedir? | |
34:39 | Not hysteria, but ecstasy. | Histeri değil, fakat esrime. |
34:49 | So, there are these factors: | Dolayısıyla bu etmenler mevcuttur: |
ecstasy, joy, enjoyment and pleasure. | esrime, neşe, zevk ve haz. | |
35:02 | Four different factors | Bu haz denen denilen şeydeki dört etken. |
in this so-called pleasure. | ||
35:09 | What is pleasure? | Haz nedir? |
35:16 | Is there pleasure at the moment, | Anda, şimdide haz var mıdır yoksa haz, |
at the second, or is pleasure after? | sonrasında mı gelir? | |
35:26 | You’re following all this? | Bütün bunları takip ediyor musunuz? |
35:28 | Please, do go into this with me, | Lütfen buna birazcık daha benimle |
a little bit. | beraber girin. | |
35:33 | You aren’t tired, I hope, | Bu sabah umarım yorulmadınız, değil mi? |
this morning, are you? | ||
35:35 | No – good. | Yok - iyi. |
35:42 | We’re asking, is pleasure | Haz anda mıdır yoksa sonra |
at this second or is it after? | mı gelir diye soruyoruz. | |
36:03 | You may hear but there’re | Siz duyuyor olabilirsiniz ama o tarafta |
lots of people over there | bir sürü insan var. | |
36:22 | I’m glad you have had patience. | Sabrınız olmasına sevindim. |
36:34 | We were talking about pleasure. | Haz hakkında konuşuyorduk. |
36:43 | And it’s very important | Ve hazzı anlamanın çok önemli |
to understand, I think, | olduğunu düşünüyorum, | |
36:48 | what great part it plays in our lives, | hayatımızda oynadığı muazzam rolü |
36:56 | and we have accepted it | ve hazzı doğal bir şey olarak kabul ettik |
as a natural thing | ||
37:01 | and never really examined it, | ve hiç derinlemesine sorgulamadık. |
very deeply. | ||
37:09 | We were saying that thought is | Düşüncenin zamanda ve ölçüde bir |
a movement in time and measure. | hareket olduğunu söylüyorduk. | |
37:19 | And we are asking what is, | Ve hazzın bilfiil ne olduğunu soruyoruz? |
actually, pleasure? | ||
37:25 | Is there that awareness | Hazzın farkındalığı, o his veya o duygu |
of that sentiment or that feeling, | ||
37:29 | at the actual moment of experience, | deneyimin, algının, gözlemin olduğu |
of perception, of observation, | fiili anda mı var | |
37:37 | or does it come a second after? | yoksa bir an sonrasında mı devreye |
giriyor? | ||
37:43 | You understand my question? | Sorumu anlıyor musunuz? |
37:48 | If it comes a second after, | Haz, eğer bir an sonrasında devreye |
then it’s the movement of thought. | giriyorsa düşüncenin hareketidir. | |
37:58 | But at the actual second | Ve fakat fevkalade bir güzelliğin |
of seeing some marvellous beauty | görüldüğü tam o anda | |
38:07 | – the sunset, a lovely tree | - güneşin batışı, bir tarladaki çok hoş |
in a field or a beautiful face – | bir ağaç veya güzel bir yüz - | |
38:15 | at that moment of perception, | algının olduğu anda, haz yoktur, |
there is no pleasure, | ||
38:20 | there is only perception. | sadece algı vardır. |
38:24 | But, a few seconds later, | Fakat biraz sonrasında hafıza çalışmaya |
memory begins to operate. | başlar. | |
38:32 | That is, thought says, | Yani, düşünce şunu der 'Bundan daha |
‘I must have more of it.’ | fazlasına sahip olmalıyım.' | |
38:39 | So, at the moment, | Zira anda, kaydetme yoktur. |
there is no recording. | ||
38:49 | Please, this is very important | Lütfen bunu anlamak çok önemlidir. |
to understand. | ||
38:51 | At the moment of any action | Zevk verdiğini düşündüğümüz |
which we consider pleasurable, | herhangi bir eylem anında | |
38:55 | at that second, there is | tam o anda, zihinde, beyinde |
no registration in the mind… | ||
39:00 | in the brain, at all. | kayıt işlemi yoktur, hem de hiç. |
39:03 | The registration takes place | Düşünce 'Daha fazlasına sahip olmalıyım' |
when thought says, ‘I must have more.’ | dediğinde kayıt işlemi ortaya çıkar. | |
39:13 | Haven’t you observed this in yourself? | Bunu kendinizde gözlemlemediniz mi? |
39:17 | So, it is only | Demek ki ancak düşünce devreye |
when thought takes over, | girdiğinde, | |
39:26 | then the registration process | kaydetme süreci beyinde meydana |
in the brain takes place. | gelmektedir. | |
39:33 | Right? | Değil mi? |
39:37 | And so, thought then pursues it | Ve sonrasında düşünce hazzın peşine |
– in image, in desire, | düşer - imgelerde, arzuda, | |
39:48 | in image and so on. | görünüşlerde vesaire. |
39:51 | So, at the moment of actual incident, | Bundan dolayı gerçekleşen olayın tam |
actual happening, | o anında, fiili olayın tam o anında | |
39:58 | the brain is not registering, at all. | beyin kayıt altına almıyordur, |
hem de hiçbir şeyi. | ||
40:03 | This is very important to understand | Bunu anlamak çok önemlidir |
40:05 | because the function of the brain | çünkü beynin işlevi kayıt altına almaktır, |
is to register, | ||
40:13 | and it wants to register | ve beyin kayıt altına almak ister çünkü |
because in that registration | bu kayıtta | |
40:19 | there’s security. Right? | güvenlik vardır. Değil mi? |
40:27 | And the brain can only operate | Ve beyin ancak güvenlik olduğunda |
perfectly, when it is secure, | mükemmel bir biçimde işleyebilir, | |
40:32 | either in neurotic action | nevrotik eylemin veya nevrotik inancın |
or a neurotic belief, | olduğu yerde, | |
40:36 | there, in that, there is security. | orada, o nevrozda, güvenlik vardır. |
40:39 | So, registration takes place | O halde kayıt güvenli olmak için veya |
in order to be secure | ||
40:49 | or continue the pleasure | o olayın zevkinin devam edebilmesi |
of that incident. | için ortaya çıkıyor | |
40:59 | So, pleasure is non-existent | Yani zevk eylemin oluştuğu anda var |
at the moment of action, | olmamaktadır | |
41:05 | at the moment of perception, | algının oluştuğu anda, |
it only takes place after. | ancak sonrasında meydana gelmektedir. | |
41:13 | So, can there be | Buna göre, sonrasında kayıt olmadan, |
no registration after, | ||
41:21 | only perception | sadece algının olması |
41:23 | and not a continuity of that | ve 'haz' dediğiniz şeyin devamlılığının |
which you call ‘pleasure’? | olmaması mümkün müdür? | |
41:27 | Have you understood what I’m saying? | Ne söylediğimi anladınız mı? |
41:33 | Is this somewhat clear? | Bu biraz olsun açık mı? |
Wait a minute. | Durun bir dakika. | |
41:36 | You see a mountain, | Bir dağ görürsünüz, karla kaplı, |
snow-capped, marvellous sight, | olağanüstü bir görüntü, | |
41:45 | dignity, stability, endurance | vakar, durağanlık, dayanıklılık, |
– an extraordinary thing to observe. | - gözlemlenesi fevkalade bir şey. | |
41:54 | Then the very dignity and the beauty | Bunun üstüne dağın bütün vakarı, |
and the majesty of that mountain | güzelliği ve heybeti | |
42:02 | absorbs all your thought. | tüm düşüncelerinizi kendine katar. |
42:07 | It’s so great you are absorbed in it. | Dağın kendisine katılmış olmanız ne de |
muhteşemdir. | ||
42:10 | But, a second later, | Fakat bir an sonrasında kayıt |
registration takes place | oluşturulur, | |
42:14 | – how marvellous that was! | - ne kadar da müthişti! |
42:18 | The registration and the expression | Kayıt ve 'ne kadar da müthişti' ifadesinin |
in words, ‘How marvellous it is,’ | kelimelere dökülüşü | |
42:24 | is the movement of thought. | düşüncenin hareketidir. |
42:29 | So, pleasure is the continuity | Öyleyse haz olmuş olanın devamlılığıdır. |
of that which has happened. | ||
42:38 | This is very simple. | Bu oldukça basittir. |
42:40 | Sexually, in observation, | Cinsel olarak, gözlem her zaman sonradır. |
it is always after. | ||
42:49 | Now, we are saying, | Şimdi, şunu diyoruz, gözleme müdahale |
can there be an observation only, | eden düşüncenin hareketi olmadan | |
42:58 | and not the movement of thought | salt gözlem olabilir mi? |
interfering with that observation? | ||
43:08 | Have you tried this ever in your life? | Bunu hayatınızda hiç denediniz mi? |
43:14 | To see something beautiful, | Güzel bir şeyi görüp, gözlemleyip o |
observe it and then end it there, | noktada öylece sonlandırmayı, | |
43:23 | not let thought take over | düşüncenin gözlemi devralmamasını, |
and pursue it, | ve düşüncenin peşinden sürüklenmemeyi. | |
43:29 | through image, | imgeler, arzu ve diğer bütün |
through desire and all the rest of it? | bahsettiklerimiz yoluyla? | |
43:34 | So, in order to understand | Demek ki hazzın bütün manasını |
the full meaning of pleasure, | anlayabilmek için, | |
43:41 | one has to examine not only thought | kişi sadece düşünceyi değil fakat arzuyu |
but also of desire. | da sorgulamalıdır. | |
43:49 | One must understand desire. | Kişi arzuyu anlamak durumundadır. |
43:52 | Again, religions have said, | Dediğimiz gibi, bütün dinler 'Arzuyu yok |
‘Wipe out desire, control desire, | edin, arzuyu kontrol edin, | |
44:00 | be without desire.’ | arzusuz olun' demiştir. |
44:03 | I don’t know | Bilmiyorum hiç bir manastırda |
if you have been to a monastery, | bulundunuz mu, | |
44:06 | watched the priests, talked to them, | rahipleri izleyip onlarla konuştunuz mu, |
44:09 | and you will see this fear of desire | ve bu arzudan korkuyu göreceksinizdir |
44:17 | because desire must be expressed, | çünkü arzu dışavurulmak zorundadır, |
44:20 | otherwise, it becomes | aksi takdirde, içerde alev alev yanan |
a burning flame, inside. | bir ateş halini alır. | |
44:28 | So, one must understand | O zaman kişi arzunun ne olduğunu |
what is desire. | anlamak zorundadır. | |
44:32 | What is desire? | Arzu nedir? |
44:40 | When you are asked that question, | Bu soru size sorulduğunda, |
44:43 | what‘s your inward response | soruya verdiğiniz içsel cevap nedir |
to that question | ||
44:46 | – what is desire? | - arzu nedir? |
44:51 | Probably, you’ve never even asked it. | Muhtemelen bunu hiç sormamışsınızdır. |
44:55 | If you ask it, what is it? | Eğer sorduysanız, cevap nedir? |
44:59 | It’s obviously sensation, | Açıktır ki duyumsama vardır, arzunun |
the beginning of it, sensation: | başlangıcında, duyumsama: | |
45:06 | seeing something beautiful, | güzel bir şey görmek, bir elbise, |
a dress, a car, a woman, man, | bir araba, bir kadın, bir adam, | |
45:13 | whatever it is – see, perception, | her ne olursa olsun, duyumsama |
45:16 | then contact, sensation, | temas, duyumsama, |
45:22 | then thought comes. | ve sonrasında düşünce devreye girer. |
45:27 | That is, sensation, | Yani duyumsama artı düşünce eşittir arzu. |
plus thought equals desire. | ||
45:33 | Desire then creates the image. | Arzu böylelikle imgeler yaratır. |
Right? | Değil mi? | |
45:39 | This is simple. | Bu basittir. |
45:41 | Sensation, thought, desire | Duyumsama, düşünce, arzu ve arzunun |
and the image that desire creates. | yarattığı imgeler. | |
46:02 | I used to know a chap | Bir delikanlı tanıdığım vardı |
46:09 | who used to put aside | köşeye sinekler için bir parça şeker |
a piece of sugar for the flies, | koyardı, | |
46:27 | while he was eating. | yemek yerken. |
46:31 | So, thought is the response of memory | Buna göre düşünce hafızanın tepkisidir |
46:39 | and if there was no memory, | ve eğer hafıza olmasaydı kargaşa olurdu. |
there would be disorder. | ||
46:45 | Right? Of course. | Değil mi? Elbette. |
46:50 | Memory is necessary | Hafıza gündelik hayatta iş görebilmek |
to function in daily life: | için zorunludur: | |
46:58 | technologically, educationally, | teknolojik meselelerde, |
reading, learning a language, | eğitim meselelerinde, okurken, | |
47:02 | driving a car, and so on and so on. | bir dili öğrenirken, |
bir araba kullanırken vesaire vs. | ||
47:05 | Memory and the remembrance | Hafıza ve beyinde depolanan |
stored up in the brain, is necessary, | anılar zorunludur, | |
47:14 | but the disorder comes | fakat kargaşa, düzen olmadığında |
when there is no order | ||
47:23 | in the structure of memory. | hafızanın yapısında ortaya çıkar. |
47:27 | I’m getting on to something new! | Yeni bir şeyde ilerliyorum! |
47:35 | That is, one recognises | Yani kişi hafızanın bilgi olarak zorunlu |
memory is necessary as knowledge | olduğunu fark eder | |
47:45 | – learning a language, and so on – | - bir dil öğrenmek vesaire |
47:50 | but memory becomes disorder, | fakat hafıza psikolojik olarak kargaşa |
psychologically, | halini alır, | |
47:59 | because memory is mechanical. | zira hafıza mekaniktir. |
Right? | Değil mi? | |
48:09 | So, our relationship with another, | O halde birbirimizle olan ilişkimiz, |
48:12 | if it is mechanical which is memory – | eğer mekanikse ki bu hafızadır - |
then there is no relationship. | ortada ilişki yoktur. | |
48:18 | I wonder if you see this. | Bunu görebiliyor musunuz merak |
ediyorum. | ||
48:20 | Then, therefore, | Sonrasında, haliyle de ilişkide |
there is no order in relationship. | düzen yoktur. | |
48:26 | Right? | Değil mi? |
48:29 | So, one must be aware | Öyleyse kişi bu kargaşa ve düzenin |
of this disorder and order. | farkında olmalıdır. | |
48:39 | Disorder takes place in relationship | Kargaşa hafıza devrede olduğunda |
when memory operates. | meydana çıkar, | |
48:47 | I wonder if you get the point of this. | Bunun anlamını anlıyor musunuz merak |
ediyorum. | ||
48:52 | You are my wife, or my husband. | Benim karımsınızdır veya |
benim kocamsınızdır | ||
48:59 | We have lived together | Beraber yaşadık - seks, baş ağrıtma, |
– sex, annoyance, jealousy, | kıskançlık, | |
49:04 | antagonism, irritation, | karşıtlık, sinirlendirme, |
nagging, possession | dırdır, sahip olma | |
49:10 | and all the strain of relationship. | ve ilişkinin bütün gerilimi. |
49:18 | That is disorder. | Bu kargaşadır. |
49:21 | Right? | Değil mi? |
Please see, that is disorder | Lütfen görünüz, bu kargaşadır | |
49:26 | because we are operating on memory | çünkü hafızayla hareket etmekteyizdir |
49:34 | and, therefore, memory | ve dolayısıyla da ilişkide mekanik olan |
which is mechanical in relationship, | hafıza, | |
49:40 | in human relationship, | insan ilişkilerinde mekanik olan hafıza |
becomes disorder. | kargaşa halini alır. | |
49:43 | Ah, captured it? Have you got it? | Ah, yakaladınız mı? Anladınız mı? |
49:50 | That is, memory is essential | Yani hafıza belli bir düzeyde, belli |
at a certain level, in a certain area, | konularda elzemdir, | |
50:01 | but in human relationship | fakat insan ilişkilerinde hafızanın |
when there is the operation of memory, | eylemi olduğunda | |
50:07 | then that brings disorder. | kargaşa ortaya çıkmaktadır. |
50:14 | Look at it a little more closely. | Biraz daha yakından bakınız. |
50:16 | That is, in our relationship | Zira birbirimizle olan ilişkimizde |
with each other, | ||
50:21 | we create images of each other | birbirimizle ilgili imgeler yaratırız |
50:28 | and the relationship is | ve ilişki yaratılan bu iki imge |
between these two images. | arasındadır. | |
50:32 | These images are mechanical. | Bu imgeler mekaniktir. |
50:40 | They are put together by thought | Bu imgeler anı olarak düşünce |
as remembrance | tarafından oluşturulmuşlardır | |
50:46 | – you did this yesterday, | - sen dün bunu yaptın, sana bunu |
I told you that, etc., etc. | söylemiştim, vesaire vs. | |
50:52 | – memory, which is mechanical. | - hafıza tarafından ki hafıza mekaniktir. |
50:57 | So, when in relationship, | O halde ilişkide, insan ilişkisinde |
in human relationship, | ||
51:01 | mechanistic action takes place, | mekanik eylem oluştuğunda, kargaşa da |
there is bound to be disorder, | oluşmak zorundadır | |
51:07 | and that’s why there’s such strain | ve bu sebeple birbirimizle olan |
in our relationship with each other. | ilişkimizde bu tür gerilimler vardır. | |
51:17 | Right? | Değil mi? |
51:22 | So, order is necessary for the brain | Demek ki düzen beynin düzgün, verimli |
to function properly, efficiently. | bir şekilde işleyebilmesi için zorunludur. | |
51:30 | When there is order, | Düzenin olduğu yerde beyin hareketsizdir, |
the brain is at rest, | ||
51:35 | it hasn’t to work | düzen getirmek için çalışması |
to bring about order. | gerekmemektedir. | |
51:41 | Right? That’s what takes place | Değil mi? Uyuduğumuzda olan şey budur |
when we are sleeping | ||
51:46 | – memory tries to assert order. | - hafıza düzen getirmeye çalışmaktadır. |
51:51 | When there is so much disorder | Çevremizde, içimizde bu kadar çok kargaşa |
around us, in ourselves, | varken, | |
51:55 | there is some part of the brain | beynin bir paçası şöyle demektedir: |
which says, | ||
51:57 | ‘For God’s sake, let me | 'Tanrı aşkına bırak da bütün bu karmaşaya |
put some order in all this mess.’ | biraz düzen vereyim.' | |
52:02 | So, it puts order | Böylece beyin yaşamın mekanik |
in the mechanical activity of life: | aktivitesine düzen getirir: | |
52:09 | going to the office, working, | ofise gitmek, çalışmak ve bütün o hikâye |
all that, or the factory, and so on. | veya fabrikaya gitmek, vesaire. | |
52:15 | But it tries to bring order, | Fakat ayrıca beyin ilişkimize de düzen |
also, in our relationship | getirmeye çalışır, | |
52:20 | by creating an image of you, of her, | bir sen imgesi yaratarak, bir o imgesi |
yaratarak | ||
52:29 | and hopes, thereby, to have | ve böylelikle aslında mekanik olan |
an orderly life, which is mechanistic. | düzenli bir hayata sahip olmayı ümit eder. | |
52:36 | I wonder if you see this, clearly? | Merak ediyorum acaba bunu açıkça |
görebiliyor musunuz? | ||
52:38 | Therefore, there’s always struggle | Bu sebeple kadınla erkek arasında hep |
between man and woman. | bir mücadele vardır. | |
52:46 | That is, in all relationships, | Aslında sadece kadın erkek |
not only with man and woman, | ilişkilerinde değil | |
52:50 | in all relationships. | bütün ilişkilerde. |
52:52 | When we reduce relationship | İlişkiyi mekanik bir sürece |
into a mechanical process, | indirgediğimizde | |
52:56 | there is bound to be disorder. | kargaşa olmak zorundadır. |
53:01 | Right? This is a fact. | Değil mi? Bu bir olgudur. |
53:04 | Now, to observe the fact. | Şimdi, olguyu gözlemlemek. |
53:09 | Right? How do you observe the fact? | Değil mi? Olguyu nasıl gözlemliyorsunuz? |
53:13 | Is the fact different from you? | Olgu sizden ayrı mıdır? |
So, you are the fact. | Öyleyse siz olgusunuzdur. | |
53:19 | So, you are the image. | Öyleyse siz imgesinizdir. |
53:24 | You may have a dozen images | Düzinelerce imgeniz olabilir |
53:26 | – when you go to the office, | -ofise gittiğinizde orada bir |
you have an image there, | imgeniz vardır, | |
53:28 | when you’re working in a factory, | bir fabrikada çalıştığınızda, |
you have an image there, | orada bir imgeniz vardır, | |
53:31 | when you’re a secretary, | bir sekreter olduğunuzda, |
you have an image there | orada bir imgeniz vardır | |
53:33 | – and so on and on | - vesaire vesaire, ilişkilerinizde |
in your relationships – | ||
53:34 | we have dozens of images, masks. | düzinelerce imgemiz, maskelerimiz vardır. |
53:40 | And so, these images are | Ve böylece bu imgeler daimi olarak |
perpetually creating disorder. | kargaşa yaratırlar. | |
53:48 | I’m a Catholic, you’re a Protestant. | Ben bir Katoliğim, sen bir Protestansın. |
53:51 | Disorder – which is an image, | Kargaşa - ki düşünce tarafından |
put together by thought, | oluşturulmuş bir imgedir, | |
53:56 | thought which has been conditioned, | koşullandırılmış, bir Katolik olmak için |
educated to be a Catholic | eğitilmiş düşünce | |
54:02 | – as a Protestant, or a non-believer, | - bir Protestan olmak için veya bir |
as a Communist, and so on. | ateist, bir komunist olmak için vesaire. | |
54:07 | So, there must be order right | Demek ki hayat boyu bütün ilişkilerimizde |
through life in our relationships, | düzen olmak zorundadır, | |
54:19 | therefore, one must understand | o halde kişi arzunun seyrini |
the process of desire. | anlamak zorundadır. | |
54:24 | See how complex it all is | Arzunun ne kadar karmaşık olduğunu |
görmek | ||
54:26 | – but it’s very simple, | - fakat kökenini kavradıktan sonra bu |
if you once grasp the root of it. | oldukça basittir. | |
54:32 | There is the disorder | Mekanik ilişkinin kargaşası oradadır |
of mechanistic relationship | ||
54:40 | and order in mechanical | ve hayatın mekanik süreçlerinde düzen |
processes of life | oradadır | |
54:45 | and, therefore, | ve bu yüzdendir ki kişi arzuyu anlamak |
one has to understand desire. | zorundadır. | |
54:48 | Desire is, we said, | Dediğimiz gibi duyumsama artı düşünce |
sensation plus thought is desire | arzudur | |
54:53 | – with its images. | - imgeleriyle. |
54:57 | And pleasure is | Ve haz düşüncenin hareketidir, |
the movement of thought, | ||
55:11 | unaware of the whole | hazzın bütün yapısından bihaber bir halde. |
structure of pleasure. | ||
55:16 | Where there is pleasure, | Haz olduğunda korku olma zorundadır. |
there must be fear. | ||
55:19 | I wonder if you get this. | Bunu anlıyor musunuz merak ediyorum. |
Isn’t it? | Değil mi? | |
55:23 | It’s two sides of the same coin. | Bu aynı paranın iki yüzüdür. |
55:26 | If you pursue pleasure, | Eğer hazzı kovalarsanız, korkuyu da |
you are also pursuing fear. | kovalıyorsunuzdur. | |
55:33 | Right? Do you see? | Değil mi? Görüyor musunuz? |
No? Oh, my God! | Hayır mı? Ah, Tanrım? | |
55:43 | We’re not saying | Hazzın peşinde koşmamanız gerektiğini |
you should not pursue pleasure | söylemiyoruz | |
55:46 | but see the implications of it. | ve fakat sonuçlarını görünüz. |
55:50 | I seek pleasure | Hazzı ararım ve eğer ona sahip değilsem |
and if I don’t have it, I’m annoyed, | huzursuz olurum, | |
55:57 | I feel frustrated, angry | Hakkı yenmiş ve öfkeli hissederim |
– which then breeds fear. | - ki bu da korkuyu besler. | |
56:05 | So, they’re always going together, | O halde ikisi her zaman beraber hareket |
fear and pleasure. | etmektedir, korku ve haz. | |
56:13 | Right? | Değil mi? |
56:16 | So, thought is the movement | Buna göre düşünce harekettir, |
giving life to both. | ikisine de hayat vermektedir. | |
56:25 | Do you understand, now? | Şimdi anlıyor musunuz? |
56:29 | If I have no thought of tomorrow, | Eğer yarın düşüncem olmasaydı korkuyor |
I wouldn’t be afraid, would I? | olmazdım değil mi? | |
56:38 | At the moment of an incident, | Bir olay, tehlike anında korku yoktur. |
danger, there is no fear. | ||
56:44 | It’s only after. | Ancak sonrasında korku gelir. |
56:49 | The ‘after’ is | Bu 'sonrası' düşüncenin hareketidir. |
the movement of thought. | ||
56:53 | So, you see, this is very important. | Yani gördüğünüz gibi bu çok önemlidir. |
56:55 | Can the brain not register at all | Beyin kaydetmeyerek düşünceye hareket |
and so give movement to thought? | vermeyebilir mi? | |
57:10 | I’II explain, just look at it. | Açıklayacağım, sadece bakınız. |
57:15 | You see a sunset. | Bir gün batımı görürsünüz. Gün batımını |
I take that as the most simple thing, | çok basit bir şey olarak alıyorum, | |
57:19 | though it’s time-worn | zaman tarafından eskitilmiş bir şey |
but doesn’t matter. | olmasına rağmen, ama fark etmez. | |
57:24 | You look at a sunset. | Gün batımına bakarsınız. |
57:27 | At that moment of perception, | Algınızın gerçekleştiği anda, gün |
the beauty, the colour, | batımının güzelliği, rengi | |
57:32 | you follow, the whole of it | takip ediyor musunuz, her |
– there is no registration, | şeyi - ortada kayıt yoktur, | |
57:36 | there is just the mere observation | o hayret verici görüntünün salt gözlemi |
of an astonishing sight. | vardır. | |
57:43 | It is so. Right? | Öyledir. Değil mi? |
57:46 | Then thought comes and says, | Sonra düşünce devreye girer ve |
‘How marvellous that was, | 'Ne kadar da müthişti' der, | |
57:50 | I must write a poem about it, | onun hakkında bir şiir yazmalıyım, |
arkadaşıma onun hakkında | ||
57:53 | I must write it in my letter to my | bir mektup yazmalıyım, ya da onun resmini |
friend, or paint it, verbalise it,’ | çizmeliyim ya da onu söze dökmeliyim,' | |
58:00 | all the movement of thought. | hepsi düşüncenin hareketidir. |
58:03 | Now, to observe the sunset and | Şimdi gün batımını gözlemlemek ve |
not let thought come into it at all, | düşüncenin devreye girmesine asla | |
58:13 | that requires great attention, | izin vermemek muazzam bir dikkat ister, |
58:20 | not to let the movement | düşüncenin hareketinin egemen olmasına |
of thought take over, | izin vermemek, | |
58:25 | which is the pursuit of pleasure. | ki düşüncenin hareketi haz arayışıdır. |
58:30 | Have you got something of this? | Bundan bir şey anlayabildiniz mi? |
58:34 | Do it! You will find out | Yapınız! Bunun ne kadar olağanüstü |
what an extraordinary thing it is, | bir şey olduğunu keşfedeceksiniz, | |
58:38 | that the brain | kaydetmeye alışmış beynin |
which is accustomed to register | ||
58:42 | – and it is necessary for it | - ve beyin için belli bir konuda |
to register, | mekanik düzen getirmek, | |
58:44 | to bring mechanical order | kaydetmek zorunludur - |
in a certain field – | ||
58:49 | but when it registers and | fakat kaydedip kaydettiğinin |
pursues what it has registered, | peşine düşünce | |
58:54 | then pleasure is the continuity of it, | o zaman haz o kaydın devamı haline gelir |
which brings about fear, also. | ki bu korkuyu da beraberinde getirir. | |
59:01 | You understand? | Anlıyor musunuz? |
59:03 | So, can you observe only, | O halde kaydetmeden gözlemleyebilir |
without registering? | misiniz? | |
59:11 | You understand my question, now? | Sorumu şimdi anlıyor musunuz? |
59:17 | Q: Just... It’s a very | S: Şey...Bunu yapması çok zor bir şey |
difficult thing to do because... | çünkü... | |
59:22 | K: I have stated it, sir. | K: Efendim bunu ifade ettim. |
59:25 | If you understand it, | Eğer anladıysanız bunu kelimelerinizle |
don’t state it in your words. | ifade etmeyiniz. | |
59:27 | Try to follow, otherwise | Takip etmeye çalışınız, aksi takdirde |
you will put it into words | kelimelere dökersiniz | |
59:30 | and then it becomes your… | ve sizin haline gelir... |
you may be twisting it. | çarpıtıyor olabilirsiniz. | |
59:34 | So, please, just listen. | Dolayısıyla lütfen sadece dinleyiniz. |
59:40 | I am aware that I’m afraid, | Psikolojik olarak korktuğumun |
psychologically. | farkındayımdır. | |
59:49 | And not to register that fact | Ve bu olguyu o anda kaydetmemek, |
at the moment, | ||
1:00:02 | which requires tremendous alertness, | muazzam bir uyanıklık gerektirir, anlıyor |
you understand? Doesn’t it? | musunuz? Değil mi? | |
1:00:08 | Otherwise, you mechanically operate. | Aksi takdirde mekanik bir şekilde |
yaşarsınız. | ||
1:00:10 | ‘I’m afraid, I must control it, | 'Korkuyorum, korkumu kontrol etmeliyim, |
I must run away from it’ | ondan kaçmalıyım' | |
1:00:13 | – all the rest of it. | - ve bütün malum hikâye. |
1:00:15 | But when you observe, | Fakat gözlemlediğinizde, o gözlemde |
in that observation, | ||
1:00:20 | is it possible not to register at all? | hiç kaydetmemek mümkün müdür? |
1:00:27 | I see a beautiful face – observe it. | Güzel bir yüz görüyorum - gözlemleyiniz. |
1:00:34 | That’s all! | Hepsi bu! |
1:00:38 | But we don’t do that. | Ama bunu yapmıyoruz. |
1:00:42 | All the mechanistic habits, | Bütün mekanik alışkanlıklar, düşüncenin |
movement of thought comes into being. | hareketi varlığa gelir. | |
1:00:47 | This requires – as I said – | Bu - dediğim gibi - büyük bir dikkat |
great attention, | ister, | |
1:00:51 | which is its own discipline, | ki kendi içinde bir disiplindir, |
1:00:55 | so that the brain is free | öyleki beyin sadece gözlemlemek için |
to observe only | özgür olabilsin | |
1:01:05 | and not act mechanically. | ve mekanik hareket etmesin. |
1:01:10 | You see the point? | Konuyu anladınız mı? |
1:01:13 | Now, all this | Şimdi, bütün bunlar bir analiz süreci |
is not a process of analysis. | değildir. | |
1:01:24 | To me, analysis is a waste of time, | Bana göre analiz bir zaman kaybıdır, |
1:01:30 | whether you psychoanalyse, | ister psikanaliz olsun veya geri |
all the rest of it. | kalanlardan başka bir tanesi. | |
1:01:33 | It’s a waste of time | Bu bir zaman kaybıdır çünkü analiz eden |
because the analyser is the analysed. | analiz edilendir. | |
1:01:39 | Now, can you see the totality | Şimdi, hazzı bir bütün olarak, |
of pleasure, at one glance | tek bir bakışta görebiliyor musunuz | |
1:01:48 | – the whole structure of it? | - hazzın bütün yapısını? |
1:01:50 | You understand my question? | Sorumu anlıyor musunuz? |
1:01:54 | We’ve said, what is pleasure, | Haz nedir dedik ve hazzı irdeledik. |
we’ve been through that. | ||
1:01:58 | Right? Pleasure is | Değil mi? Haz düşüncenin hareketidir |
the movement of thought | ||
1:02:00 | after the actuality has gone. Right? | gerçekliğin kendisi gittikten sonra. |
Değil mi? | ||
1:02:07 | We said that. That is the movement | Bunu söyledik. Bu hazzın hareketi ve |
of pleasure and the pursuit of it. | haz arayışıdır. | |
1:02:11 | Now, what is desire – and the whole | Şimdi arzu nedir - ve düşüncenin |
movement of thought. Right? | tüm hareketi. Değil mi? | |
1:02:17 | Movement of thought, desire, | Düşüncenin, arzunun hareketi, |
actual happening of incident | olayın bilfiil olduğu an | |
1:02:26 | and then the continuity | ve sonrasında düşünce tarafından |
given to it by thought. | o ana verilen devamlılık. | |
1:02:30 | Can you see the totality | Hazzın yapısının tamamını görebiliyor |
of the structure of pleasure? | musunuz? | |
1:02:36 | Not bit by bit. | Azar azar değil. |
You understand my question? | Sorumu anlıyor musunuz? | |
1:02:40 | I wonder if you do. | Anlıyor musunuz merak ediyorum. |
1:02:43 | To see something, totally, | Bir şeyi tamamıyla görmek, |
1:02:47 | to see something totally | bir şeyi tamamıyla görmek yöne sahip |
is not to have direction. | olmamaktır. | |
1:02:52 | I wonder if you see this? | Merak ediyorum bunu görüyor musunuz? |
When you look at a map | Bir haritaya baktığınızda | |
1:02:57 | and you have a particular place | ve gitmek istediğiniz belirli bir |
you want to go to, | yer olduğunda, | |
1:03:03 | which is a direction, | ki bu bir yönü gerektirir, |
1:03:05 | then you don’t look at the rest of it, | o durumda haritanın geri |
kalanına bakmazsınız, | ||
1:03:07 | you go from here to Bramdean, | buradan Bramdean'a gidersiniz, Londra'ya, |
to London, so on, then it’s finished. | vs. ve sonra haritayla işiniz bitmiştir. | |
1:03:14 | So, to look at the whole of the map | Demek ki haritanın bütününe bakmak |
1:03:20 | is possible only | ancak yönünüz yoksa mümkündür. |
when you have no direction. | ||
1:03:23 | Direction means motive. | Yön dürtü demektir. |
I wonder if you’ve got it. | Bunu anladınız mı merak ediyorum. | |
1:03:29 | So, to see the totality and the nature | Yani, hazzın yapısını, doğasını ve bütünü |
and the structure of pleasure | görmek için | |
1:03:35 | which is thought, desire and the | ki bu düşüncedir, arzudur ve olandan |
movement of thought after the incident | sonra düşüncenin hareketidir | |
1:03:40 | – to see the totality of it. | - hazzı bir bütün olarak görmek. |
1:03:44 | If you see the totality, | Eğer bütünü görürseniz ondan sonra |
then you can describe it in detail, | bütünü detaylarıyla tasvir edebilirsiniz, | |
1:03:50 | but the description in detail | fakat tasvirdeki detaylar size bütün |
will not give you the whole picture. | resmi vermeyecektir. | |
1:03:55 | I wonder if you get it. | Anlıyor musunuz merak ediyorum. |
1:03:56 | So, to see something totally | O halde bir şeyi tamamıyla görmek |
– your wife, your husband, | - karınızı, kocanızı | |
1:04:05 | your politics, the whole of it – | siyasetinizi, hepsini - |
1:04:10 | is possible only when there is | ancak yön sağlayan hiçbir dürtü |
no motive which gives direction. | olmadığında mümkündür. | |
1:04:16 | Got it? | Anladınız mı? |
1:04:23 | So, pleasure is | Dolayısıyla haz düşüncenin hareketidir, |
the movement of thought, | ||
1:04:32 | which is entirely different | ve bu zevk veren şeyden tamamıyla |
from that which is enjoyable. | farklıdır. | |
1:04:40 | You enjoy. | Zevk alırısınız. |
1:04:43 | Say, I mean, if you like food, | Diyelim ki yemeği seviyorsunuzdur, |
you enjoy food, | yemeği yemekten zevk alırsınız, | |
1:04:48 | but thought comes over and says, | fakat düşünce araya girer ve der ki |
1:04:52 | ‘I must have the same | 'Aynı tür yemekten yarın da yemeliyim.' |
kind of food, tomorrow.’ | ||
1:04:57 | Then, the habit begins. | Sonra alışkanlık baş gösterir. |
1:05:00 | Then, the breakdown of the habit, | Sonra da alışkanlığın kırılması, |
1:05:02 | which thought says, | düşüncenin 'Alışkanlığımı yenmeliyim' |
‘I must break it down’ | demesiyle baş gösterir | |
1:05:04 | so, all the conflict begins. | ve bütün çatışma başlar. Halbuki |
1:05:07 | Whereas, if you are fond of food, | yemeğe düşkünseniz tadına bakınız, |
taste it, enjoy it and end it there. | zevkine varınız ve orada son veriniz. | |
1:05:16 | You understand? | Anlıyor musunuz? |
1:05:17 | Not to say, ‘I must have it | 'Yarın da veya bu akşam da bundan |
tomorrow, or this evening.’ | yemeliyim' dememekten bahsediyorum. | |
1:05:25 | So, in the same way to observe | Buna göre, aynı şekilde karınızı, kocanızı |
your wife, your husband, | ||
1:05:32 | everything around you, | çevrenizdeki her şeyi kaydetmeden |
without registering | gözlemlemek | |
1:05:38 | and, therefore, | ve böylece gözleme devamlılık vermek. |
giving it a continuity. | ||
1:05:43 | Then that gives the brain | Zira bu beyne muazzam bir özgürlük verir. |
a tremendous freedom. | ||
1:05:48 | You have established order | Düzenli olması gerekene düzeni tanıttınız |
where it should be orderly | ||
1:05:51 | and you have cleared away | ve ilişkideki bütün kargaşayı |
all disorder in relationship, | temizlediniz, | |
1:06:01 | because then there is no picture, | çünkü o halde sen ve o imgesi arasında, |
there is no image between you and her | hiçbir resmetme yok, | |
1:06:05 | or between another. | veya bir başkasıyla aranızda |
You’ve got this? Good! | hiçbir imge yok. Bunu anladınız? Güzel! | |
1:06:10 | That’s enough for today, isn’t it? | Bugün için yeterli, değil mi? |