Krishnamurti Subtitles home


BR76T3 - Psikolojik zaman düşüncenin bir icadı mıdır?
3. Halk Konuşması
Brockwood Parkı, İngiltere
4 Eylül 1976



0:23 Son kez burada buluştuğumuzda hakkında konuştuğumuz, kaldığımız yerden devam etsek mi? Çok önemli bir husus olan ilişkiden bahsettik zira muhtemelen ilişki toplumun temelidir. Şu anda olduğu gibi ilişki sürekli bir çatışma hali içinde olduğunda bütün sosyal ve moral yapımız kaçınılmaz olarak yozlaşmak durumundadır. Ve dediğimiz gibi - eğer doğru hatırlıyorsak - olağanüstü bir öneme sahip olan ilişki çatışmayı beslemektedir, zira ilişkimiz düşüncenin hareketine - hafıza, ölçü ve bilgi olan düşüncenin hareketine dayanmaktadır. Ve bilgi ilişkiye müdahale ettiğinde çatışma olmak zorundadır - kişinin geçmişten biriktirdiği bütün şeyler, olaylar, dırdır ve bütün geriye kalan insan ilişkileri - yani bütün şu an olanlar.
2:10 Ve bu sabah, eğer devam edebilirsek, zaman, acı, aşk ve hayatımızdaki şu olağanüstü öneme sahip olan ölüm hakkında konuşsak iyi olur. Bu sabah oldukça meşgulüz beraberce konuşacağımız pek çok şeyle birlikte - ve umuyorum bunları beraber paylaşıyor, sadece bir dizi düşünceyi, kelimeyi dinlemiyoruz, ve yanlış dinleyerek söylenilenlerden bir sonuç çıkarmıyor ve o sonuçlara katılma veya katılmama yoluna gitmiyoruz. Ve fakat yapmaya çalıştığımız insan sorunlarıyla ilgilenen iki arkadaş olarak, bilincimizde köklü bir dönüşüm gerçekleştirmenin önemi hakkında konuşmaktır. Şimdiye kadar hakkında konuştuğumuz şey buydu ve bugün ve yarın buna devam edeceğiz.
3:51 Zaman nedir? Bence bunu anlamak önemlidir çünkü zaman ölüm korkumuzun sebeplerinden biri olabilir. O halde zamanın doğasını anlamak durumundayız: bilimin kurguladığı zaman veya zamansızlıktan değil fakat bilfiil, düşüncenin inşa ettiği psikolojik zamandan bahsediyoruz. Demek ki iki tür zaman vardır: kronolojik zaman vardır, gündelik olaylar - dün, bugün ve yarın - ve psikolojik zaman vardır - ümit, olacaklar ve olması gerekenlere ulaşmak. Bütün bunlar zaman içerir. Zaman bir harekettir. Lütfen bunu bir düşünce olarak değil, kendi içinizde izleyiniz. Düşüncenin hareket olması suretiyle zaman bir harekettir. Yani, düşünce ve zaman birbirleriyle oldukça bağlantılıdırlar. Kronolojik zaman vardır - dün, bugün, yarın - otobüsü, treni yakalamak, ofise gitmek ve bütün benzerleri - bir saat uyarınca zaman, gündüz, gece. Ve bütün zamanın doğası vardır, düşüncenin psişede, kendi içimizde inşa ettiği şey olarak yani 'olan' ve 'olması gereken,' buradan oraya bir hareket. Psikolojik zaman diye bir şey hiçbir suretle var mıdır yoksa aslında o düşüncenin bir icadı mıdır? Yani, kıskançlık, öfke, zulüm, şiddet olan - yani 'olan.' Ve bunların üstesinden gelmek için, zamana ihtiyacımız vardır Yani geleneksel, eğitilmiş, koşullandırılmış düşünme buradan oraya - 'olanı,' 'olması gerekene' çevirmek için o mesafeyi katetmeniz ki bu çabadır, zamanı kullanmanız gerekir . Değil mi? Buluşuyor muyuz? Gayret, psikolojik olarak buradan bir amaca doğru - düşünce tarafından tasavvur edilmiş o amaca doğru, bir gaye, bir hedef, bir edinim, aydınlanma ve bütün hikâye. Yani, buradan, 'olandan,' 'olması gerekene,' ideale doğru hareket etmek. Bu, kabul ettiğimiz, normal veya daha ziyade eğitilmiş düşünme biçimimizdir. Düşüncenin kendisi nevrotik bir düşünme dahi olabilir. Zira 'olan'la anında baş etmeyi bilmiyoruz, dolayısıyla da olması gereken ulaşabilmek için zamana ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Çünkü 'olan'ı nasıl karşılamamız gerektiğini anlamıyor, bunu bilmiyoruz, veya buna yetkin değiliz, - öfke, kıskançlık, düşmanlık, ızdırap düşüncenin, insanın kendisinde ve dış dünyasına yönelik olarak yarattığı, sonu olmayan bütün karmaşayı anlamıyoruz.
8:26 Yani zamana ihtiyacımız vardır. En azından biz öyle düşünürüz. Yani eğer ümit yerinden edilirse - ümit zamandır. Değil mi? Lütfen bütün bunları takip ediniz. Kişi umutsuzdur, endişelidir, korkmuştur, ve insanların yaşadığı bütün şeyler, bütün onları belki de bütünüyle farklı bir şeye dönüştürmek için, zamanın seyrine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Değil mi? Lütfen bunu apaçık anlayınız. Demek ki psikolojik zaman - kronolojik zaman ve psikolojik zaman vardır. Biz psikolojik zamandan bahsediyoruz. Zaman, dediğimiz gibi, düşüncenin hareket olması suretiyle bir harekettir. Öyleyse 'olan'dan ayrı, bir ideal, bir 'olması gereken' mi vardır? Sorumu anlıyor musunuz? Kıskancım, kişi kıskanıyordur. O kıskançlığın içerdiklerini, toplumdaki, birbirimizle olan ilişkimizdeki sonuçlarıyla beraber hepimiz biliyoruz ve o kıskançlığın üstesinden gelmek veya onu aşmak için günlere, haftalara, aylara, yıllara ihtiyacım vardır. Öyle mi yoksa bu topyekun bir yanılsama mı? 'Olan' derhal, anında değiştirilebilinir mi? Eğer olan anında değiştirilebilinirse, o halde olması gereken var olmamaktadır.
11:04 Birbirimizi anlıyor muyuz? Lütfen, belki de bazılarınız ilk defa buraya geldiler ve önceki konuşmaları dinlemediler ve bu sebeple söylediklerimiz kulağa daha ziyade tuhaf, saçma veya oldukça delice geliyor olabilir. Fakat aslında içine, benliğinize derinlemesine girdiğinizde ki bu çok önemlidir çünkü dediğimiz gibi siz dünyasınız dünya da siz, ve nereye giderseniz gidin her insan, hangi renkten, hangi milliyetten, hangi dinden olursa olsun, aynı insan sorunları olan bu muazzam ızdıraba sahiptir, göz yaşı, kahkaha, kaygı, acı bu insanlar arasındaki ortak etmendir. Ve demek ki dünya, nerede olursanız olun, insanlar sizler gibi aynı psikolojik fenomeni yaşarlar yani siz, bilfiil, dünyasınız ve dünya da siz. Bunu fark edebilir, derinlemesine hissedebilirseniz o zaman kişinin kendisini tamamıyla, psikolojik olarak dönüştürmesinin gerekliliği olağanüstü önemli hale gelir çünkü o takdirde bütün dünyanın bilincine etki ediyorsunuzdur. İnsanlığın geri kalanı gibi olduğunuzu ve böylece kişinin kendi bireysel ızdırabını dindirmek için ayrı, bireysel bir mücadelesinin olmadığını görmek size muazzam bir canlılık, enerji ve güç verir.
13:10 O halde, zamanı anlamanın çok önemli olduğunu söylüyoruz. Zaman bilincimizin bir parçasıdır. Zaman 'olan'la 'olması gereken' arasındaki bölünmedir ve 'olan'ı 'olması gereken' uyarınca çevirmek için verilen çaba oradan buraya, büyük bir zaman gerektirir. Bütün süreci sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum. Gelenekselleştirilmiş olmasına rağmen onu sorgulamalı, ona şüpheyle bakmalıyız. Ve şüphe hayatta çok önemli bir şeydir. Şüphe etmek. Belki bir ya da iki din - Budizm gibi - her şeyi sorgulayarak başlamışlardır. Ve geçen gün de dediğimiz gibi pek çok insan gibi kesinlikle başlarsanız, hiçbir şeyde son bulamazsınız. Fakat şüphe duyarak, sorgulayarak başlarsanız şüpheci olmak, soruşturmaya çalışmak, o takdirde, berraklığa ulaşırsınız. O halde şu, 'olan'ı 'olması gereken'e çevirmek için zamana ihtiyacımız olduğu düşüncesini ki bu psikolojik bir süreçtir, sorguluyoruz. Neden ideal olmadan, 'olan'ı anında değiştirmek mümkün değildir? Sorumu anlıyor musunuz? İdeal, 'olan'ın, 'olan'dan ayrı bir tasarısıdır. İdeal var olmamaktadır. O bir kurgudur, ideal. Gerçek olan var olandır, 'olan.' Öyleyse biz 'olan'la, bifiil gerçekle uğraşıyoruz, ve 'olan'ı yanıltıcı olan 'olması gereken'e çevirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla her daim olgu ile yanılsama arasında kalıyoruz. Yani, kişi müthiş bir berraklıkla, objektif olarak, kişiselleşmeden düşünebilirse o takdirde 'olan'ı, olması gereken'e dönüştürmeden değiştirmek mümkün müdür?
16:28 Diyelim ki kıskançlığı - kıskançlığı içeren bütün olası sonuçlarıyla beraber - zıttı olmadan, hırsın tersi, kıskançlığın tersi olmadan 'olan'ı değiştirmek mümkün müdür? Ve 'olan'ı değiştirmeye enerjiniz, ancak enerjinizi 'olan'ı alt etmeye çalışarak heba etmediğinizde olur. Acaba anlatabiliyor... Görüyorsunuz ya dediğimiz gibi gelenekçe bağımlı kılınmış, bir 'zıt'ta koşullandırılımış durumdayız - aşk/nefret, şiddet/şiddet olmayan. Şiddeti ele alalım. Şiddet, görünen o ki insanın doğasında var - öfke, rekabet, gaddarlık, herkese karşı ne olursa olsun kendini ifade etme çabası, başarıya tapınma, iş dünyasında veya ruhsal dünyada ki bu aynı şeydir. İnsanlar şiddet doludur. Şiddet sadece fiziksel şiddeti ima etmez, psikolojik şiddet vardır ki bu karşılaştırmadır. Karşılaştırmanın olduğu yerde şiddet vardır. Taklidin olduğu yerde şiddet vardır. Psikolojik olarak otoritenin kabulünün olduğu yerde şiddet vardır. Taklit, uyum, rekabet bunlar ve daha pek çoğu şiddetin belirtisidir. Bu bir olgudur. Bu 'olan'dır. Ve insanlar şiddetin zıddını yaratmıştır, şiddetli olmamak - 'şiddetsizlik' denen şey. Bunun hakkında Hindistan'da epeyce konuşmuşlardır, fakat onlar da eş derecede şiddet doludurlar. Şiddeti zıddına sahip olmadan değiştirmek mümkün müdür? Sorumu anlıyor musunuz? Yani, taklit etmemek, uyum göstermemek, karşılaştırmamak başarı peşinde koşmamak. Eğer bu mümkünse, o halde şiddetsizlik gereksizdir. Buna göre şiddeti değiştiremediğimiz veya değiştirmeye niyetli olmadığımız için şiddetsizliği icat ediyoruz ve 'En nihayetinde, içimde şiddetin olmadığı bir hale geleceğim' diyoruz. Bu hoş, rahatlatıcı, uyuşuk ve yanıltıcı bir düşünce. Bunlardan keyif alıyoruz, fakat gerçekten ciddiysek, tamamen şiddetsiz olmakla derinlemesine ilgiliysek, öfke, nefret ve ötekiler de dahil olmak üzere, bunu dönüştürmekle derinden ilgileniyorsanız, bunu yapabilecek enerjiye sahipsinizdir zira o enerjiyi şiddetle çatışırken kaybediyordunuz.
20:56 O halde 'olan'ı zaman düşüncesi olmadan dönüştürmek mümkün müdür? Bu açık mı? Lütfen bu çok önemli çünkü birazdan bir soruya girişeceğiz, ölüm sorusuna, ölüm hakkında konuşurken de zaman meseleye dahil olur. Dolayısıyla zamanın yapısını ve doğasını hakikatten anlamalıyız, zamanın nasıl çalıştığını. 'Şu olacağım' veya 'Gelecekte şu olmalıyım' gibi şeyler dediğinizde bu zaman içerir çünkü 'olan' dan memnun değilsinizdir. 'olan'ı mahkum edersiniz, 'olan'ı bastırırsınız, veya olmadığını iddia etmeye çalışırsınız ve böylelikle bütün o enerjiyi kullanırsınız veya bütün o enerjiyi bu süreçte heba edersiniz, halbuki, bu şiddete baktığınızda, bütün sonuçlarıyla ve bir zıttı düşünceniz olmadan ki bu yanıltıcıdır, o durumda dönüşüm vardır. Bunu anladınız mı? Yapınız!
22:37 Öyleki meditasyonda zaman - zamanın bir 'son'u olup olmadığını keşfetmek zorundasınızdır. Bundan dolayı zamanın doğasını ve hareketini anlamak çok önemlidir, beyinlerimizin nasıl zamana kapıldığını, bütün bilincimiz zamanla doludur - biriktirilerek bilgi haline getirilmiş deneyim olarak zaman ki hafıza haline gelir ve o hafıza düşüncenin başladığı depodur. Ta en başından, insanlığın en başından beri olan süreç budur. Yani, kişi sadece zamanın doğasını onun içine girerek soruşturmamalı, ve fakat kişi zamanın bir sonu olup olmadığını, zamanın durup durmadığını keşfetmelidir. Bu muazzam bir sorun olagelmiştir - anlıyor musunuz?
24:01 O halde, bir sonraki meseleye girebiliriz, yaşamımız nedir? Yaşamak ve ölmek. Yaşamımız nedir? Yaşamlarımıza baktığınızda, ne görürsünüz? Yanlış meslek, birbirimizle çatışma içinde, savaşlar, kaygılar, büyük acılar, kelimenin tam anlamıyla ilişki eksikliği - imgeler arasında ilişki vardır sizin bir başkası ve bir başkasının sizin hakkında sahip olduğu. İlişki o iki 'fikir' arasındadır, o iki düşünce arasında. Öyleyse, yaşamımız nedir? Çok dikkatli ve çok ciddi bir biçimde yaşamımıza baktığımızda, bakar gibi yapmadığımızda, kelimelerle, zeki, kurnaz düşüncelerle üstünü örtmeye çalışmadığımızda - nedir, yaşam bilfiil nedir? Yaşamlarımızı harcıyoruz değil mi? Ve doğumdan ölüme yaşamlarımız sürekli bir çatışma halinde sürekli çaba, sürekli mücadele, olmak ya da olmamak, bir şey olmak ya da bir şey olmamak, doğru ilişkiyi kurmaya çalışmak ve her defasında başarısız olmak üzere denemek. Savaşlar, nefretler, derin yaralar - bütün bilincimizin içeriği, bunlar yaşamımız biyolojik gelişme ve çürüme dışında. Eğer şu anda yapıyor olduğumuz gibi incelerseniz - lütfen yapınız, beraberce, birazcık da olsa ciddiyseniz, eğer değilseniz, hiç zahmet etmeyin. Güzel bir gün, dışarı çıkın ve keyfini çıkarın. Fakat biraz da olsa ciddiyseniz yaşamınıza bakınız - zevk, cinsel ve öteki türlerde, korku, ızdırap. Bu bütün çeşitliliğiyle bilincimizin içeriğidir, bu sınırlı bilincin karmaşık hareketleri ve bu 'yaşamak' dediğimiz şey. İnançla, şüpheyle, huzursuzlukla - takip ediyor musunuz? - tam bir karışıklık - karmaşa!
27:53 Ve ölmek nedir? Sorumu anlıyor musunuz? Çok şahane olduğunu düşündüğümüz yaşamak, ve olabilecek en korkunç şey olan ölmek. Ve bu ikisinin arasında aşk ve acı var. Korku hakkında uzun uzadıya konuştuk ve tamamıyla, bütün yönleriyle, psikolojik olarak korkudan özgür olmanın gerekliliğini. Bunları konuştuk. Ve ayrıca, şunları konuştuk - beraberce biz konuştuk, birlikte, ben konuştum ve siz dinlediniz değil, beraber konuştuk - haz hakkında, hazzın hareketi, haz peşinde koşma hakkında. Haz neşeden tamamıyla farklı bir şeydir, haz davet edilebilinir, beslenebilinir , neşe davet edilemez - neşe gelir. Fakat geldiğinde hafıza devreye girer ve neşeyi bir hazza çevirir. Aynı zamanda esrime(kendinden geçme)den konuştuk, ki bu histeri değildir, ki bu nevrotik değildir, fakat esrime ancak hazzın anlamını idrak edersek gelebilir. Ve soruyoruz, aşk nedir? Çünkü görünen o ki aşk hayatımızda büyük bir rol oynuyor. 'Aşk' kelimesi anlamlarla yüklü, 'Tanrı' kelimesi gibi.
29:59 O halde sevmenin ne anlama geldiğini de soruşturmalıyız ve haz, aşk ve merhamet arasındaki farkı. Bu insanların var olduğu her yerde, çağlar boyunca, bütün dünya üzerinde, sorunlarından biri olagelmiştir. İnsanlar aşık olmayı - veya aşık olunmayı istemişler, talep etmişlerdir. Ve kişi sevilmediğinde korku, öfke, kıskançlık, - takip ediyor musunuz? - bütün bunlar gölge gibi içeri süzülür. Bundan dolayı kişi ciddi olmak zorundadır ki zerre kadar ciddiyseniz ve umarım öylesinizdir, çünkü insan bilincini bütünüyle dönüştürmeye çalışıyoruz, bu dönüşümle ilgiliyiz. O halde, kişi aşkın ne olduğu sorusuna girmelidir.
31:09 Görünüşe göre insanlar aşkı hazza indirgediler. Evet? Ne diyorsunuz? Öyle mi? Haz, cinsel haz - yine aşk ima edilir - kişinin ülkesine sevgisi, bir kitabı sevmek, bir resmi sevmek... Takip ediyor musunuz? Bu kelimeyi olabilecek en olağanüstü bir şekilde kullanıyoruz. Ve ayrıca, karımı seviyorum veya kocamı seviyorum. Demek ki bu soruyu ele almalıyız, sadece ne anlama geldiğini değil, sadece 'aşk' kelimesini değil, kelimenin kendisi hem Sanskritçede hem de - eğer incelerseniz - aşk kelimesi arzunun bir parçası anlamına gelir. 'Arzu' kelimesinin kökanlamına bakıyoruz. Sanskritçede ne anlama geldiği meselesine girmeyeceğim. O halde arzunun ve aşkın ne olduğunu görmek zorundayız. Arzu, aşk mıdır? Lütfen, soruşturuyoruz, keşfediyoruz, bu budur, şu şudur demiyoruz, beraberce bu işi çözüyoruz. Demek ki kişi arzunun ne olduğu sorusuna girmelidir zira görünüşe göre hayatımızın önemlice bir kısmında arzu muazzam bir rol oynamaktadır. Öyleyse arzuyu anlamalıyız. Arzu nedir? Bir elbiseyi arzuladığınızda, bir şeyi arzuladığınızda, ne olmaktadır, arzunun hareketi nedir? Şüphesiz, öncelikle görme vardır, görsel olarak görme ki duyumsaldır ve sonra temas vardır, dokunuş, koklama, görme - çok geçmeden duyumsama. Bütün bunları takip ediyor musunuz? Görme, temas, duyumsama. Değil mi? Ve ardından düşünce devreye girer, ve der ki 'Bu elbise üzerimde harika duracak,' ki bu imgenin yapılanmasıdır. O halde duyumsama artı düşünce arzu ve imgedir. Bunu takip ediyor musunuz? Eğer kendinize bakarsanız bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Yaşadığımız süreç budur. Güzel bir kadın görürsünüz veya güzel bir araba veya yakışıklı bir adam - ya da her neyse - görme, temas, duyumsama sonra düşünce ve arzu, imge gelir. Değil mi?
35:19 Buna göre, soruyoruz, aşk, arzu mudur? Ki bu duyumsama, temas, düşüncedir veya arzu artı düşünce ve imge, resmetme - sevgi bu mudur? Yoksa sevginin arzuyla hiçbir alakası yok mudur ki bu sevginin duyumsama üzerine kurulmadığı, resmetmenin, imgesel tasarımların sevgi olmadığı anlamına gelir. Bütün bunları takip ediyor musunuz? Yani duyumsama artı düşüncenin, imgesiyle birlikte arzu olduğunu keşfetmelisiniz. Duyumsama vardır. Kişinin duyularının yüksek düzeyde gelişmiş olması doğaldır, bu sağlıklıdır. Güzel bir şeyi görmek, bu duyumsamanın bir parçasıdır. Düşünce devreye girince duyumsama arzu halinin alır. Şimdi, lütfen bunu takip ediniz. Güzel bir şeyi, bir insanı, güzel bir ağacı - her neyse - görüp, duyumsayıp arzunun bu duyuma katılmasına izin vermeyebilir misiniz zira bu düşüncenin sona ermesidir? Bütün bunları anlıyor musunuz merak ediyorum. Bu disiplinin en yüksek noktasıdır. Anlıyor musunuz? Görmek, duyumsama ve zerre kadar düşüncenin devreye girmemesi ve dolayısıyla arzunun, imgenin olmayışı. Ne söylediğimi anladınız mı? Bu muhteşem bir farkındalık gerektirir. Bunu birazdan tartışacağız, birazcık sonra. Farkındalık, konsantrasyon ve dikkat. Bunun hakkında sonra konuşacağız.
38:19 O halde düşüncenin hareketi sevgi midir? Yoksa sevginin arzuyla zerre kadar ilgisi yok mudur? Şimdi, kişi bunu keşfetmelidir, bu dikkatinizi vermeniz gerektiği anlamına gelir, arzunun hareketinin, düşüncenin hareketinin farkında olmayı ve doğal olan duyumsamanın - bütün bu hareketin farkında olmayı. Sonra soracaksınız, sormak zorundasınız, haz, aşk mıdır? Ve eğer aşk haz değilse, o halde aşk nedir veya arzu nedir? Lütfen akıl yoluyla, mantıksal olarak kavrandığında, durum budur, mantıksal, enetellektüel olarak denilen - fakat akıl bir araçtır, bütünün bir parçasıdır, ve sadece tasvire bakarak, akıl yoluyla o durumda sadece kısmen bakıyorsunuzdur, ve bundan dolayı baktığınız şeyin bütününü görmüyorsunuzdur. Yani akıl sadece bu şeyin nedenini, yapısını görmemelidir, ve fakat kendi sınırlarını da bilmelidir.
40:32 Buna göre, soruyoruz, haz sevgi midir? Arzu, düşüncenin hareketi olan haz, duyumsama ve hazzın peşinden koşulması sevgi midir? Ve eğer haz sevgi değilse, sevgi nedir? Kıskançlığın olduğu yerde sevgi olabilir mi? Haydi beyefendiler, Kızları ve oğlanları olan, karıları ve kocaları olanlar, ve bütün geri kalanlar. Bağlanmanın olduğu yerde sevgi olabilir mi, nefret ettiğinizde, öfkelendiğinizde, başkası tarafından incitildiğinizde, orada sevgi var mıdır? Ve öyleyse, bunlardan hiçbiri sevgi değilse, o halde kelime işaret ettiği şey değildir. Anlıyor musunuz? Öyleyse 'sevgi' kelimesi fiili durum değildir, kelime, sevginin gerçekliği, hakikati değildir. O halde sevgiyle merhamet arasındaki ilişki nedir? Anlıyor musunuz? 'Merhamet' kelimesi herkese yönelen tutku anlamına gelir, yaşayan her şeye tutkun. O kelimenin anlamı budur. Fakat merhamet siz, içinizde parçalara ayrılmış, kırılmışken, nefret varken ve acı varken var olamaz.
42:51 O halde acının ne olduğunu incelemeliyiz. Psikolojik olarak neden acı çekeriz, bioyojik, fiziksel olarak değil - soruya girdiğimizde anlayabileceğimiz neden insanlar dünyanın her köşesinde acının ızdırabını taşımaktadır? Bütün bunlara merak duyuyor musunuz? Merak değil, o yanlış kelime, bütün bunlarla ilgileniyor musunuz? Bütün bunlara ne kadar zamanınızı vermeye heveslisiniz? Bahsettiğimiz anlamda zaman... Anlıyor musunuz? Yoksa sadece bu sabah için mi ilgilisiniz, bir saatliğine, sonra gerisin geri eski geleneklerimize doğru kayıp, hiçbir anlamı olmayan, eski yaşama biçimlerimize ve arada bir bu çadırda, bu markizde söylenenleri hatırlayıp 'Vay canına, bu doğru, geri dönüp bunun hakkında bir şeyler yapmalıyım' deyip bir sonraki saniye unutacak mısınız? Yoksa gerçekten, tamamıyla bu sorulara kendinizi adadınız mı? Ancak, bütün bunların ne anlama geldiğine kendinizi tamamıyla adadığınızda, bütünüyle farklı bir tür hayatı yaşamayı çok derinlemesine anlayacaksınız.
44:44 O halde şimdi insanların neden psikolojik olarak acı çektiğini soruyoruz ki bunun fiziksel acı üzerinde etkisi vardır. Eğer psikolojik olarak acı yoksa, o durumda acı bütün bedeninize etki edebilir, ve o durumda psikosomatik hastalık yoktur. Demek ki insanların neden acı çektiği sorusuna, bu soruya çok derinlemesine girmeliyiz. Bütün dinler - Doğu dinleri ve Batı dinleri - Doğu dinlerinin insanların neden acı çektiğine yönelik çok net bir tanımı vardır: onlara göre, şöyle derler 'Geçmişte yaptıklarının bedelini şimdi ödüyorsunuz' ki buna Sanskritçede 'karma' derler. Sanskritçede 'kar' kelimesi yapmak, eylemek anlamına gelir. Eğer doğrulukla, hakkıyla hareket etmediyseniz - bir modele göre, geleneğe göre değil, eğer kendini içinizde doğru bir şekilde, dürüstçe hareket ettiyseniz o halde o eylemde pişmanlıklar yoktur, yani o eylem bütüncüldür. Bu bizim söylediğimizdir, Hinduların söylediği değil, Antik Hindular şöyle dediler, 'Pek çok hayatın vardır. Her hayatta doğrulukla hareket etmediğin sürece bir sonraki hayatında bedelini ödeyeceksin, o zaman gelecek hayatında acı çekeceksin ve böylece acıdan nasıl gereğince, doğrulukla davranman gerektiğini öğreneceksin' Takip ediyor musunuz?
47:11 Burada, Hristiyan dünyasında acıdan vazgeçtiniz, acıyı tek bir adamın omuzlarına yüklediniz ve gayet rahat bir şekilde sorunu çözdünüz. Fakat, gerçekte, acı çekiyorsunuz. Bir sembolünüz var - ki daha ziyade talihsiz bir sembol - sembolünüz var, ve o bizim için acı çekiyor demenize rağmen, yine acı çekmeye devam ediyoruz. O halde, o sembolü, bütün bunları bir unutalım ve insanların dünyada - sizlerin - acı çektiğini, bu kadar ızdırap, göz yaşı, yalnızlık içinde kıvrandığını görelim. Bütün bunları anlıyor musunuz? Acı çekmek nedir? Keder nedir? Ve neden acı çekmeliyiz? Acı zihinlerimizi arındıracak mı- bu kelimeyi çabucak kullanabilir miyiz? - acı çektiğimiz için kalplerimiz temizlenecek mi? Tam tersine, acı bunu yapmadı. Demek ki bu soruya çok derinlemesine girmeliyiz Acı çekmek nedir? Acının pek çok türü vardır. Bir tanesi yalnızlıktır. Değil mi? Büyük bir yalnızlık hissi - duygu olarak, gerçeklik olarak yalnızlık, bütün ilişkiden tamamıyla kesip çıkarılmak, her şeyden tamamıyla yalıtılmış olmak. Değil mi? Bütün bunları bilmiyor musunuz? Yalıtılmış, yalnız ve o yalnızlıkla ne yapacağını bilmez halde olmak ki bu durumda yalnızlıktan kaçarsınız, onu savuşturursunuz, ondan korkarsınız, yalnızlığı gizler ve her türlü şeyi yaparsınız... - ona bağlanırsınız vesaire. Dolayısıyla o yalnızlığı anlamadan, acı çekmek kaçınılmazdır Bunu takip ediyor musunuz? Lütfen, birbirimizle buluşuyor muyuz yoksa odamda kendi kendime mi konuşuyorum?
50:11 O halde bu etmenlerden bir tanesidir. Sonra birini beğendiğiniz veya 'sevdiğiniz' etmeni vardır - o kelimeyi tırnak içinde kullanarak - birini 'seversiniz,' ve birisi sizinle ilgilenmeyi bırakır ve terk edilmişsinizdir - yine yalıtılmış, kıskanç, sinirli, kaybolmuş, öfke, suçluluk, bütün bunlar acı çekmenin bir parçasıdır. Sonra kaybettiğiniz birinden dolayı oluşan acı vardır, içtenlikle 'sevdiğiniz' - yine 'sevgi' tırnak içinde - ve o ölmüştür - oğul, karı, koca veya her kimse, başka bir insan ölmüştür, ve siz acı çekersiniz, sadece kendine acıma yoluyla değil, ve fakat o insana bağlamışsınızdır ve aniden kaybolmuş hissedersiniz ve o ölüm anında, büyük bir şok vardır, biyolojik olduğu kadar psikolojik olarak da. Değil mi? Ve daha pek çok acı çekme hali.
51:59 İnsanlar acı çeker ve o acıya pek çok açıklama bulurlar - 'Tanrı adildir, acı çektiğimi biliyor, en nihayetinde, acımı çözecektir.' Acı duymak ve bir teoride rahatlık aramak, bir yasada, bir inançta. Veya Hristiyan dünyası ' İman et' der, vesaire. Öyleyse, acı duymak nedir? 'Ben' Anlıyor musunuz? 'Ben acı çekiyorum.' O 'ben' nedir, 'siz' nesinizdir? Suret, isim - değil mi? İsim, suret, karakterin çeşitli halleri - hırs, kıskançlık, acı, endişe, ümit, çaresizlik, depresyon - pek çok biriktirilmiş düşünce, bütün bunlar 'siz'sinizdir. Öyle değil misiniz? Ki bunların hepsi hatıradır, kelimedir. Dolayısıyla kendinizle ilgili o imgeniz acı çekmektedir, veya o 'siz' acı çekmektedir. Şimdi, lütfen dikkatlice dinler misiniz. İnsanlar acı çeker. Ve acıdan akıl yoluyla, mantık yoluyla kaçtık, açıklamalar, çeşitli rahatlama yollarıyla, eğlence, dinsel olduğu kadar alelade de olan eğlence yollarıyla acıdan kaçmanın her biçimi. Eğer kaçmazsanız ve bilfiil, dışa yönelik herhangi bir hareket olmadan, büsbütün o acıyla kalırsanız. Kalınız. - ne dediğimi anlıyor musunuz? Yani, merkezde olan acı olgusundan uzaklaşmamak, - bu size muazzam bir durağanlık verir. Bütün bunları anlıyor musunuz? Hayır, anlamıyorsunuz!
55:05 Bakınız, acı çekiyorsunuz. Görün, acının kaçarak çözülmediğini anlayın, bastırarak, akılcılaştırmanın herhangi bir biçimiyle. Acı oradadır. Acıyla olun, tamamen, hiçbir hareket olmaksızın. Şimdi bunu şüphesiz anladınız? Açıklamayı anladınız, enetellektüel olarak veya sözel olarak, açıklama - ama bunu yapmak, bu tümüyle başka bir meseledir. Şimdi, bunu yaptığınızda, yani, düşüncenin hiçbir hareketi olmaksızın, kaçışın, bastırmanın, akılcılaştırmanın hiçbir hareketi olmaksızın, tamamen acıyla olmak, o durumda, o hareketsizlikten tutku doğacaktır. Bütün bunları anlıyor musunuz merak ediyorum. Zira bu merhamettir. Bir şeyler anladınız mı? Hayır. Fark etmez. İzleyin, kendinize bakın ve nasıl acı çektiğinizi görün, acıdan kaçma dürtüsü, kaçmanın saçmalığını görünüz, akılcılaştırmanın, rahatlık aramanın, bütün bunlar enerji kaybıdır, merkezde olan acı olgusundan uzaklaşmaktır. Anlıyor musunuz? Onunla kalınız. Böylece o acı muazzam bir değişim geçirir tutku halini alır. Buna daha fazla girme olanağım yok, bundan sonrası size bağlı.
57:24 Ve ayrıca ölüm sorusuna girmek zorundayız. Buna girmek istiyor musunuz? Soru: Evet.
57:46 K: Neden? Biliyorsunuz, lütfen, bütün bu hakkında konuştuklarımız çok ama çok ciddi meselelerdir ve ancak çok ciddi bir şekilde yaşayanlar, uçarı olanlar değil, ciddiyetten uzak olanlar değil -biliyorsunuz, bütün hikâye. Sadece bütün bunlarla derinlemesine, içtenlikle ilgilenen bir insan, bu tür bir insan yaşamaktadır. Demek ki oldukça karmaşık olan ölüm sorusuna eğilmeliyiz. Zaman sorusunu anlamak zorunda olduğumuzu söylemiştik, kronolojik zamandan bağımsız olarak, dünden, bugünden ve yarından - gün doğumu, gün batımı - yirmi dört saate bölünmüş, biz bundan bahsetmiyoruz. Bu zorunludur, bu vardır, ve bu hayatınızda bir rol oynamazsa, otobüsünüzü kaçırırsınız. Fakat biz psikolojik olarak başka bir şeyden bahsediyoruz. Zira çaresizlik içindeyiz, korku doluyuz, ve bu sebeple de her zaman ümit var - yarın bir şeyin olacağının ümidi. Öyleki ümit zamanın hareketidir.
59:39 Zamanın ölümle ilişkisi nedir? Anlıyor musunuz? Kişi on yıl yaşamıştır, elli yıl veya seksen yıl veya yüz yıl - acıyla dolmuş bir hayat, kaygılı ve bütün hikâye, boş, harcanmış bir hayat, ve o hayat biyolojik ve psikolojik olarak sona erer. Şimdi bütün bu meselelere gireceğim. Ve kişi bilinene tutunur ve bilinmeyenden kaçınır - bilinen ızdırap, bilinen acı, bilinen haz, bilinen korkular - kişi 'hayat' dediğiniz bütün o şeylere tutunur. Ve kişi bütün bunları bırakmaktan korkar ki ölüm geldiğinde bunu yapmak zorundasınızdır. Dolayısıyla yaşamak ve ölmek arasında bir aralık vardır, zamanın seyri. O halde ölen şey nedir? Biyolojik olarak çok kavrayışsız bir şekilde yaşadık zira vücudun biyolojik, fiziksel olarak kendi zekası vardır. Bunun hakkında herhangi bir şey biliyor musunuz bilmem, vücut hakkında çalıştıysanız. Vücudun kendi zekası vardır, eğer onu kendine bırakırsanız, onu lezzetle şımartmazsanız, oburlukla, sigarayla, içkiyle, uyuşturucuyla ve devam etmekte bütün o işlerle Eğer bütün bunlara girişmezseniz, yani lezzet, alışkanlık, gelenek, göreneğe dalmazsanız o durumda bedenin kendine has bir zekası vardır. O vücut organik olarak ölür, organlar ölür. Bunu biliyoruz. Fakat bir yandan da diyoruz ki 'İçimde devam etmek zorunda olan bir şey var zira, ne de olsa bir dünya deneyim biriktirdim. Ölmeden önce o kitabı bitirmek istiyorum. Başarılı olmalıyım bana birkaç yıl daha verin,' vesaire vesaire. Öyleyse o 'ben' nedir - şunu diyen, 'Ölmek istemiyorum, bir tür devamlılığım olmalı?' Anlıyor musunuz? Bu yaşam boyunca ihtirasımız oluyor. Kadim günlerden, Mısırlılardan bugüne kadar, ve Mısırlılardan da önce - antik Mısırlılar, modern Mısır değil - sorun bu olagelmiştir. Bir devamlılık ve bir son. Arzu, devam etmek için muazzam bir dürtü. 'Hazzım, yarın doyrulmasını istiyorum.' 'Yarın yok' dediğinizde bu muazzam bir çaresizliğe dönüşür. Anlıyor musunuz?
1:03:44 O halde ölüm vardır. Demek ki beraber, otorite kabul etmeden, soruşturmak durumundayız, çünkü ben sizin gurunuz, otoriteniz değilim. Bana göre, ruhsal hayatta gurular tehlikelidir. Siz, kendiniz için, o 'ben'in ne olduğunu, nasıl varlığa geldiğini keşfetmelisiniz, neden hayatımızda bu muazzam öneme sahip olduğunu, ve neden ölümden bu kadar korktuğunu. 'Ben' kelimeler yoluyla ortaya çıkar deneyim, bilgi yoluyla - suret, isim olan 'ben,' bütün anılar, bilgi, deneyim demeti, geçmiş, hazlar, acı - bütün o bilinç içeriğiyle beraber 'ben'im. Değil mi? Lütfen, bunu kendiniz için görün. 'Bu tek başına ben değil, bu temel olarak hafıza ve dolayısıyla maddi bir süreç ama ruhsal olan bir 'ben' var' dersiniz. Hindular, diğerleri ve muhtemelen sizlerden de bazıları ruhsal bir 'ben' olduğunu savunuyordur. 'Ben' o ruhun özüdür. O ruhun özünün 'ben' olduğunu söylediğinizde, her tür karanlıkla örtülmüş olduğunu, bir soğan gibi pek çok katmanı olduğunu, en yüksek özün 'ben' olduğunu söylediğinizde - bu hâlâ düşüncenin ürünüdür. Değil mi? Özün 'ben' olduğunu hissettiğinizde bu düşünce süreciniz bir ürünüdür. Bunu birisi kafanıza yerleştirmişdir ya da siz kendiniz icat etmişsinizdir. Acaba bütün bunları takip edebiliyor musunuz? İnanmayabilirsiniz ama bunu düşünce yaratmıştır. Fakat düşünce maddi bir süreçtir çünkü düşünce bilgidir, beyinde hafıza olarak depolanan deneyim ve o hafızaya verilen tepki düşüncedir. Bunlara dün değinmiştik, bugün bunlara girmeyeceğiz. O halde düşünce maddi bir süreçtir. Düşünce 'Benim içimde ruh var' dese de o maddi bir süreçtir. 'Tanrıya inancım var' dediğinizde bu maddi bir süreçtir. Tanrıya olan inanç, Tanrı, sizin en güzel olarak düşündüğünüz tasarınız, mutlak kadir ve bütün hikâye, hâlâ bir düşünce seyridir. Dolayısıyla 'ben'i veya ruhun özünü yaratan - lütfen, sabırlı olunuz ve çok derinlemesine giriniz - düşüncenin hareketi dışında hiçbir şey yoktur. Bu hâlâ düşüncedir, yani maddi bir süreçtir.
1:07:50 Dolayısıyla kişi bilinene tutunur ve bilinmeyenden ki bu ölümdür korkar. Değil mi? Bunu anladınız mı? Dolayısıyla zaman yaşamak, uzun bir aralık ve ölümdür. Zamanın bir hareket olduğunu, ölçü olarak düşüncenin hareketi olduğunu söylemiştik, pek çok yaşam, pek çok yıl - ki hepsi ölçümdür. Şimdi, bu zaman durabilir mi? Ki bu yaşamanın ve ölümün birbirine yakın olması anlamına gelir. Anlıyor musunuz? Bütün bunlar pek çok açıklama gerektiriyor. Yani, ölüm devam etmiş olanın sonu anlamına gelir. Değil mi? Devam edenin mekanikleşmesinin ne kadar önemli olduğunu görünüz. Değil mi? Ve bundan dolayı yeni hiçbir şey yoktur, düşünce yeni bir şeyler icat edebilir, jet uçağı gibi, bu yeni bir şeydir, veya Einstein'ın teorileri - bütün bunlara girmeyeceğim. Demek ki düşünce yeni bir şeyler icat edebilir ama biz o icatlardan bahsetmiyoruz, şundan bahsediyoruz: düşünce ölümün ötesinde bir şey icat edebilir fakat bu hâlâ düşüncenin hareketidir. Yani ölüm, devamlılığın ki bu zamandır sona ermesidir diyoruz. Devam eden demek zaman demektir - gelenek, imanınızda, inancınızda, tanrılarınızda, devam eden zamanın hareketidir.
1:10:21 Böylelikle şunu diyoruz, bilinen şeylere şimdi ölmek. Sorumu anlıyor musunuz? Bağlılıklarınıza ölün, şimdi, ki bu öldüğünüzde olacak şeydir. Anlıyor musunuz? Ah, bu gerçekten çok ciddi bir şeydir çünkü öldüğümüzde ne olur? Beyniyle birlikte bütün organizma ölür, sona erer, beyin bozulur. Hücrelerinde deneyim ve bilgi olarak hafızayı barındıran beyin, o beyin yitip gider. Yani düşüncenin sonu vardır. Ve yaşarken düşüncenin bir sonu olabilir mi? Sorumu anlıyor musunuz? Ki bu şimdi ölmektir, elli sene sonra değil, bu intihar etmeniz anlamına gelmez, köprüden aşağı falan atlamayın. Bu hazzınıza ölmeniz anlamına gelir. Elbette acınıza öleceksinizdir, bu çok kolaydır, kişi acısına ölmek ister, fakat hazzına tutunmak ister, haz hakkında yarattığınız resme ve o hazzın peşinde koşmaya tutunmak. Dolayısıyla, beyin çürüdüğünde sona erecektir. Neden bahsettiğimi anlıyor musunuz...? Dolayısıyla, bağlılığa anında ölmek, kıskançlığa, korkuya - ölmek. Bu sorunlardan biridir. Böylece, bu tür bir ölüm var olduğunda o durumda devamlılık yoktur ki bu zamanın sonu anlamına gelir, ve tamamen farklı bir bilinç düzeyi ortaya çıkar. Bütün bunlara girmeye zamanım yok. Tamamıyla farklı bir tür bilinç, içeriğiyle beraber 'ben' olan bilinç değil, bütünüyle farklı bir tür, boyut.
1:13:18 O zaman, şu an ölmüyorum. Kişi 'Biraz daha zamana ihtiyacım var' dediği için ölmez. 'Lütfen bana biraz daha zaman veriniz. Hayatımın tadını çıkarmak istiyorum. Yeni bir arabam, yeni bir karım, yeni hazlarım, yeni işim, lütfen hemen ölmeme izin vermeyin.' O zaman o adama veya kadına ne olur - lütfen bütün bunları anlamanız sizler için çok önemli - böyle diyen adama veya kadına ne olur, 'Ben her şeyi olduğu gibi kabul ediyorum. Mülküm var. İyi bir karım, kocam var, bankada param var, ve geri kalan her şeyin cehenneme kadar yolu var!' O adama öldüğünde ne olur? Sorumu anlıyor musunuz?
1:14:13 Dünyada iki tür varlık vardır: bilinen her şeye ölen insan - bilinen, 'ben' olarak ortaya konulan, düşüncenin yapısıdır - bağlılıklar, korkular, yalnızlık, çaresizlik ve haliyle çaresizlikten çıkan, ümit - bütün bunlara ölen kişi - bütün bunlara anında son veren. Acının sona ermesi merhametin başlangıcıdır. Bunun hakkında düşünün. Bunun hakkında düşünmeyiniz, yapınız! Şimdi, bütün bunları yapmayan insana ne olur, tembel, umursamaz olan, bayağı şeyler hakkında ciddileşen, veya bir guruyu takip etmenin çok önemli olduğunu düşünen - bütün o saçmalıklar - o adama veya kadına ne olur? Sorumu anlıyor musunuz? Sorumu anladınız mı? İki tür insan vardır: günün her anında ölen insan biriktirdiği her şeye ölen, dolayısıyla da hiçbir şey biriktirmeyen. Anlıyor musunuz? Psikolojik olarak hiçbir şey biriktirmiyordur, bu sebeple de devamlılık arz eden 'ben' zerre kadar yoktur. Ve bir de diğer kişi vardır, ona ne olur? Buna göre diğer kişi nasıl biridir? Diğer adam, insan veya kadın dünyadaki diğer herkes gibi bir insan evladıdır. İnsanların geri kalanı gibi acı, çaresizlik, ızdırap, göz yaşı içinde yaşamıştır, Bu durumda acının akışı vardır - anlıyor musunuz? - akış, ızdırap nehri, haz nehri, şiddet nehri ve bütün bahsettiklerimiz o kişi bu akıntının içindedir, hep bu akıntının içinde olmuştur. Değil mi? Sadece bu akıntının dışına adım atabilen kişi farklıdır. Aksi takdirde kişi geri kalan herkes gibidir. Bunun üzücü bir tablo olduğunu biliyorum - anlıyor musunuz? - bunun olageldiğini görmek büyük bir acı verir. Dolayısıyla bunun gerçekleşiyor olduğunu gören kişi merhametlidir. Dolayısıyla o kişinin sorumluluğu bütün bunları aktarmaktır. Ne söylediğimi anlıyor musunuz?
1:17:49 Öyleyse , ölümsüzlük sonsuza kadar, sağ kalan 'ben' değildir, - Cebrail sûr'a üfleyene kadar - fakat ölümün ötesine geçen, ölümsüzlük vardır, zaman sona erdiğinde. Anlıyor musunuz? Zaman, düşüncenin hareketi ve ölçü olarak ki bu bilincimizdir. O bilinç kendisini tamamen boşalttığında, o halde bütünüyle bambaşka bir hal vardır. Bu bilincin içeriğiyle beraber boşalması meditasyonun bir parçasıdır ki bunu yarın konuşacağız.